12. FECR SURESİ
Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla
- Tana
- On geceye
- Çifte ve teke
- Akıp gittiğinde o geceye
- Bu yeminde hicr sahibi olanlar için bir önem / bir değer vardır değil mi?
- Rabb'inin Âd'a ne yaptığını görmedin mi?
- Sütunları olan İrem'e?
- O öyle bir kentti ki, misli hiçbir yerde halkedilmemişti / var edilmemişti.
- Ve vadide kayalar oyan Semûd'a?
- Ve direkler sahibi Firavun
- Bunlar, ülkelerinde sınırı aşmış kimselerdi.
- Orada bozgunu çoğaltmışlardı.
- Bu yüzden Rabb'in de azap kamçısını yağdırdı.
- Kesinlikle senin Rabb'in sürekli gözetleyendir / gözetleme yerindedir.
- İnsan böyledir; Rabb'i onu nimetlendirerek yıpratırsa "Rabb'im bana ikramda bulundu" der.
- Yıpratıcı sınav bu kez de rızkını ölçüye bağlayarak olursa "Rabb'im bana ihanet etti" der.
- Hayır, hayır. Siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz.
- Çaresiz kimseyi doyurmak için birbirinizi özendirmiyorsunuz.
- Mirası derleyip, toplayıp, günah mı değil mi bakmadan tüketiyorsunuz.
- Ve malı da çok seviyorsunuz, hem de çok seviyorsunuz.
- Hayır, hayır. Yeryüzü düzleştirildiğinde / dümdüz edildiğinde
- Melekler sıra sıra dizilip Rabb'in geldiğinde
- O gün Cehennem de oraya getirilir. O gün insan hatırlar ama bu hatırlamanın ne faydası olur ki ona?
- Der ki: "Veyl olsun bana, hayatıma. Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım".
- O gün Rabb'inin vereceği azap gibi hiç kimse azap edemez.
- O'nun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.
- Ey tatmin olmuş nefs
- Sen de Rabb'ine dön, razı etmiş ve razı edilmiş olarak
- Gir kullarımın arasına,
- Gir Cennet'ime / bahçeme.
Kavramlar, Kök Anlamlar
- "fecr";
Tan yeri > Yarık, yarılmak. Gökteki karanlığı yaran aydınlığa "fecr" denir.
İsra 78, Bakara 187
"pencere, panjur" buradan gelir.
- "leyl",
durgun suda dibe çöken parçacıklara denir.
Akıp denize giden parçacıklara da "nehar" denir.
"aşara" 10 demektir, küçük kalabalıklara "aşiret", büyük kalabalıklara "elf" (1000) der Araplar.
"ülfet", "elf"ten gelir.
- "şefa'a" >"ve-şşef'i vel-vetr" (Çifte ve teke andolsun);
- "zevc", ilik ve düğmeden her biri. "eş" demektir.
- "şefa'a"; "çift" demektir. Kökü "iki dudak" Rabb'imizin yemini çift rakamlara ve tek rakamlaradır. Çünkü diğerlerinin tamamında "zevc" olarak geçer. "şefaat" buradan gelir. Şefaat bir eylem değildir. "O gün kimse kimseye şefaat edemez" buyuruyor ya, bu şudur: "O gün kimse, kimse adına konuşamaz." (iki dudak) Kök anlamının geçtiği ayet Beled 9: "ve lisânen ve şefeteyn" (bir dil, iki dudak)
- "vitr":
Hayvanları avlamak için kurulan tuzakta; 2 kazık çakılıyor, 2 kazık arasına gergin ve esnek bir ağaç sıkıştırılıyor. Uçlarına da halkalı bir ip bağlanıyor, bu ipin bir ucu uzun yay gören tarafa, bir sırığa bağlanıyor. Hayvan 2 kazık arasındaki ağaca basınca ipin 2 ucu çözülüyor ve ayağından yakalayıp hayvanı yukarı kaldırıyor. Bugün hala kullanılır. Bunun 2 kazığına "şuf" (çift), ortadaki sırığa da "virt" (tekli) diyorlar.
Neden önce "teke" değil de "çifte"?
Tüm rakamlar 1 ile 9 arasıdır. 1 ile 9 arasında tek bir rakam var, "2". Asal sayılar sayılırken 1,2,5,9,11 diye gider. Burada önce tek geçen 2'ye, ardından diğer tek sayılara yemin ediyor.
Asal sayılar: 1'den büyük olan, sadece kendisine ve 1'e bölünebilen pozitif sayılardır. Önce çift sayılara yeminin sebebi, 2,3,5,7,11,13,17 diye giderken asal sayılar arasında sadece 2 rakamı çifttir. Önce 2'ye, sonra tek sayılara yemin ediyor Allah.
Matematiği anlatan 3 harf var kısaltma anlamında kullanılan:
- N > Doğal sayılar
- Z > Tam sayılar
- R > Reel sayılar
Fussilet 53: "Onlara ufuklarda ve nefslerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki Kur'an'ın hak olduğu iyice belli olsun."
Her çağda Kur'an-ı Kerîm kendini biraz daha açıyor.
Bilim Kur'an ile paralel gidiyor.
Rabb'imiz matematiğe yemin etti.
- Peki neden "hicr sahiplerine özellikle bu yeminde değer var" dedi?
"Hucurat" suresi vardır. "hücre" kelimesi vardır. Hucurat, hücrenin çoğuludur. "odalar" demektir.
"hicr" duvar demektir, "hacer" taş demektir (hacer-ül esved). Taşın içinde hücreler, odacıklar çıkartmak, onu elek gibi delmek, istediğini oradan içeri almak, istediğini engellemek.. Sellektif akla, seçici akla, determinasyonun peşinde koşan insanlara yemin ediyor alemlerin Rabb'i Allah. Çünkü matematik; selektiflik, ayırıcılık isteyen, çok dikkat isteyen bir iş. O yüzden "hicr sahiplerine" yemin ediyor Allah.
Ölçü, kader matematiktir.
- "on gece":
Kadir suresinin başlangıcında "innâ enzelna hu fî leyleyi-l kadr" Önce geceye vurgu, sonra "hiye hattâ matla'i-l fecr" diye tan vaktine vurgu vardır. Fecr suresinde "vel fecr, ve leyâlin 'aşr, veşşef'i vel-vetr, velleyli izâ yesr" şeklinde Kadir suresinden tam zıt şekilde önce fecre, en son geceye yemin eder Allah.
Kur'an'da "aşara" (10); 1'de 9'a kadar rakamlar vardır, sonra 10, 100, 1000, ondalıkları anlatır. Evren matematiği onluk üzerindendir. Evrenin Big Bang'den itibaren evreleri 10'dur, 10 karanlık dönemdir ve sonunda yıldızlar oluşmaya başladığı, aydınlanma başladığı için 4. ayette de "fecr"e yemin, aydınlığa doğru açılış, "hicr" sahipleri için.
- "buruc"
"burc"un çoğulu, ışığıyla açılıp saçılmak. Bu ifadeyi Ahzab suresinde Allah "cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın" (teberruc etmeyin) diyor. Niye "buruc"?
Evrenin bir patlamayla açılıp saçıldığı artık apaçık ve evren genişlemeye devam ediyor.
Evrenin hesaplaması 10⁸⁸dir. Evrende parçacıkların toplamı 10⁸⁸dir. Dünyadaki tüm kum taneler, 10²⁰dir. Hep ondalık üzerinden hesaplanır.
- "on gece":
- Patlama öncesi: Hiçbir bilgi yok. Big Bang'de bir şey patlıyor. Ama ne? "Arş su üzerindeydi" buyuruyor. "Biz her canlı şeyi sudan yarattık.", "Gökler ve yer birleşikti, ayırdık" diyor. "Göğü 2 günde düzenledi, arzın düzenini 4 günde yaptık" diyor. "7 kat sema" diyor.
- Büyük patlama anı
- İlk 3 dakika, 1-2-3. dakikadaki gelişmeler
- 300 bin yıl sonra... Genişleme ve soğuma süreci
- 100 milyon yıl sonra... Soğuk ve görünürde ışığın olmadığı dönem
- İlk yıldızlar yavaş yavaş beliriyor.
- 1 milyar yıl sonra...
- 13 milyar yıl sonra.. Günümüz evreninin ilk şekilleri ortaya çıkıyor.
- Genişlemenin devam etmesi
- Çökme, ya da soğuyarak patlama.
Arz'ı yumurta akına benzeterek "zelzele" kelimesini kullanıyor Allah. "iza zulziletin arzi zilzâle"
"zelzele" yumurtanın akı, beyazı
Kıyamet saatinin zelzelesi, evreni kapsar. Tıpkı yeryüzünün iç yapısı gibi; yer kabuğu, manto, merkez. Aynı yumurta gibi... Evrenin de bir merkezi var, geriliyor gerliliyor, o merkezde buluşacak. Zaman ayarlarımız gidiyor. Saatin de zelzelesi oluyor, zaman değişiyor. Başka bir boyut...
"fecr" de tüm yıldızların oturduğu, Allah'ın emriyle kıyamet aşamasına gelinceye kadar akıp gittiğini ifade ediyor..
"leyl", Dibe çöken parçacık, akıp giden parçacık "nehar" Evrendeki parçacıklara bakın siz. "On geceye" ve tan yerinin ağarmasına bakın... Muhteşem... "Matematiğe, sayılara yemin olsun. Her şeyi bir ölçüye göre yarattım" Güneş'in bize uzaklığı matematiktir. Güneş'in bize olan uzaklığı ile onun bize gönderdiği ışık arasında bir bağ var. Isı ile ışık, Güneş'in bize uzaklığına orantılıdır. Bir şey daha var: Güneş 4,5 milyar yıl önce inşa edilirken, bizim gözümüz de Güneş'in getireceği ışığa dayanacak limitte ayarlanmıştır. Aşırı ışık gelse gözümüz körelir, az ışık gelse sisler arasında yaşarız bu dünyada. Atmosferin yansıma, kırma payını bile hesaplıyor. Güneş'ten ışık ve ısı kopmaya başlıyor. 8 dakika sonra bize ulaşıyor.
- "yesr"; akıp gitmek, akan dere
- "kasen";
gövdesi kopmuş ağacın yerinde duran kökü. Mastar olarak parçalamak. "kasen" bir şeyin parçasıdır.
"kısmet, taksim (bölme), iksam (bölüşme)" başına "ba" harfi geliyor, 3 yemin harfinden biri.. (vav, be, te) "kasem" yemine nasıl dönüyor? Allah'a göre bölüşüyor, onu şahitliğe çağırıyor, o bölüşmede Rabb'imizin de olmasını istiyor.
"kısmet, taksim (bölme), iksam (bölüşme)" başına "ba" harfi geliyor, 3 yemin harfinden biri.. (vav, be, te) "kasem" yemine nasıl dönüyor? Allah'a göre bölüşüyor, onu şahitliğe çağırıyor, o bölüşmede Rabb'imizin de olmasını istiyor.
- "elemtera" > "ra'e" (görmek):
"reel" kelimesi Fransızca görünür ama "ra'e"den gelir; görünen şey, nesne.
Uzaktan görülebilen işaret "ra'e"
"Era'eytellezi yukezzibû biddîn" Ma'un 1
- "Rab" esması:
"rabebe" kökünden, tümsek. "ribve"
Çöllerde üzeri ağaçlık olan yüksek tümsekler var, yeşillikli, meyveli tümsekler, vaha gibi.. bundan kinayeyle "gelişme, yetiştirme" anlamları kazanmıştır. Allah insanı yetiştirendir, bitkiyi yetiştirendir.
"Meryem'i yerden bir bitki gibi 'yetiştirdik'." İnsanı, hayvanı, bitkiyi, alemleri yetiştiren O'dur, Rab. Mürebbi, terbiye eden, sürekli bir noktaya doğru götüren ve müdahil. "Gördün mü Rabb'in Âd kavmine ne yaptı?" Allah'ın emekliye ayrıldığını (hâşâ), insanları uzaktan izlediğini zannedenlere "Allah nerede, niye karışmıyor" diyenlere cevap: "Allah, gözetleme yerindedir" (mirsad) "rasat" buradan gelir. Varoluşa müdahildir Allah.
"Rab" esması için en uygun çeviri: "yetiştiren", bir amaca yönelik yetiştiren.
- "âd" kelimesi;
kökü "avd" > kalabalık hayvan sürülerinin sulanmasında suya varış ve dönüş yolları farklı olduğu için hayvanları suya götürüp geri getiriyorlar. Bunlardan geriye dönüş yoluna "avd" deniyor.
"Ad" kavmi, Rabb'ine verdiği sözden dönen, azgınlık yapan kavim.
- "irem": dikili taş demek.
Türk cumhuriyetlerinde birçok kasabada, köyde, yer adı olarak kullanılır. Bu taşlar kabilelerin toplanma yerlerini gösteren işaretlerdir. Urfa'da Göbeklitepe'de yaklaşık 10 bin yıllık kalıtta toplanma yeri olduğu tespit etti arkeologlar.
- "semûd";
suyu biriktirmek için açılmış çukur.
- "firavun"
"fer'a" ağaç dalı... Kişinin anne babası ve onların anne babalarına "usul"; çocuklarına ve onların çocuklarına, torunlarına "furû" denir. Hukukta da "usul ve furu"dan bahsedilir.
"firavun", soy ağacı anlamında hanedanlığı ifade eder.
Araf 130: "âle fir'avne" (firavun ailesi)
- "misl" kelimesi;
Bir şeye benzetilerek yapılan nesne, onu tam olarak başka bir şeye tutturmaya çalışma...
"şebh" kelimesiyle kıyas (müteşabih, şüphe, teşbih buradan gelir) "şebh" görünüşte birbirine benzer olan demek "misl" fonksiyonda, işte, arayışta birbirine benzer olan demektir.
"şebh" kelimesiyle kıyas (müteşabih, şüphe, teşbih buradan gelir) "şebh" görünüşte birbirine benzer olan demek "misl" fonksiyonda, işte, arayışta birbirine benzer olan demektir.
- İhlas suresi: "kufuven ehad"
kufe: terazinin bir tarafı.
Terazinin öbür kefesi yok ki Allah ile bir şey kıyaslansın.
- "belde";
etrafı çevrilmiş düz yer. "karye"den daha geniş..
"belde" merkeze, "beled" ise çevresine, civarına deniyor.
- "sahr"; kayalık saha, alan. "Sahra çölü"
- "vadi"; iki dağ arası yamaçlar.
- "cevb";
Ormanlık içinde yol veren açıklık. "cevap" buradan gelir.
"el Mucîb" olan Allah...
"cevb" geçiş yeri
"cevap vermek"; insan bilincindeki tıkanıklığı açmak
"bir soruya 'takılmak'."
"sual" > "se'ele" istemek, sormak
"cevbetmek"
Semûd kavminin kanal veya tünel açması
Allah, Mucib'dir; kullarının istek ve sorularına cevap vererek onların bilincini ve hayat yolculuğunu karışıklıktan, tıkanıklıktan kurtarır.
- "evtad" > "veted"; kazık demek.
Firavunun yaptığı piramidi Rabb'imiz ciddiye almıyor. Kızdığı için ona (kazıklar sahibi) diyor.
- "tagy"
"tuğyan"; köpük demek. Kazan kaynadığında köpüğün taşmasına "tuğyan" denir. Kabarıp taşarak düzenin dışına taşmaya mastar olmuştur.
Köpük her insanda vardır. Allah o köpüğün kazanın, yani Allah'ın çizdiği hudutları dışına taşırılmamasını müminlere emreder.
"O muttakiler ki, öfkelendiklerinde öfkelerini tutarlar."
- "fesad";
"salih, sulh"un zıddıdır "fesat"
Yıkılmış, uzanmış ağaç parçası
"visad" sonraları "bozulmuş" anlamı kazanmıştır.
Bozulmadan beslenen, onu kendine bir yastık gibi kullanan, kendi rahatı çıkarı için yeryüzünü bozan kişilere de "fesat, fasit, fâsıt" denmiştir.
Yastık anlamında da kullanılıyor. (İnsanları kendisine yastık gibi kullanıyor, onla dinleniyor, onla mutlu oluyor.)
- "sabbe";
suyun yukarıdan aşağıya döküldüğü yer, çağlayan demek.
- "rasat"
"rüste"; yaban hayvanının düşmesi için açılmış ve üstü kapatılmış çukur.
Karşı tarafa görünmeden yapılan gözetlemeye "rasat" denir. (rasathane)
"Allah gözetler."
- "azap"
"uzbe" kökü; su yosunu, sudaki tek hücreli organizmalar, alglerdir.
"azb": hoş tat
"azab": acı tat
- "bela"
kökü; Türkçe'de "biley taşı, bileylemek"
Sürterek keskinleştirmek için kullanılan taş.
"Sizi yıpratacağız, biley taşı gibi" > İnsanları olgunlaştırmak için ve sınamak için onları yıpratmaya "bela" denir.
Rabb'imiz zenginliğe çokluğa da "bela" ifadesi kullanıyor, fakirliğe aza da "bela" ifadesi kullanıyor.
"sabr", bu sınava karşılık Rabb'imizin bize verdiği koz. "Sizi birbirinizle, candan maldan azaltma ve çoğaltmayla imtihan ediyoruz. Sabrediyor musunuz?" "sabr" > sert granit taş "bela", biley taşı; "sabr" da ona direnen sert taş. İkisi birbirine sürte sürte hayatımız geçiyor.
"sabr", bu sınava karşılık Rabb'imizin bize verdiği koz. "Sizi birbirinizle, candan maldan azaltma ve çoğaltmayla imtihan ediyoruz. Sabrediyor musunuz?" "sabr" > sert granit taş "bela", biley taşı; "sabr" da ona direnen sert taş. İkisi birbirine sürte sürte hayatımız geçiyor.
- "Kerim, ikram, ekrem"
"kürüm" kökünden
"el Kerim, el Ekrem" Allah'ın esmalarından
"kürüm": üzüm salkımı. "Yağmur yağdı ve iyi üzüm oldu" derken "kürüm" kelimesini kullanıyorlar. "ikram" iyilik etti demektir, "ihsan" güzellik etti demektir. Daha çok manevi iyilikler için kullanılır "ihsan". "ikram" ise maddi iyilikler, sunum, verilen nimetler, yaratış, kaş, göz vs...
- "nimet"
"ne'am" kökünden; "la" olan "hayır"ın zıttı, "evet, güzel, hoş, kabul" demek.
Geviş getiren çift parmaklı hayvanların ortak adıdır (deve, sığır, koyun, keçi) Daha sonra bütün yiyeceklerin ortak adı olmuştur. Enam suresi ismi buradan
- "rızık"
Sarımtırak parmak üzüm. Sınırlı olmasına işaret eder. Allah'ın bu ayette bu kelimeyi seçmesinin sebebi: "Biz rızkı bir ölçüye göre yeryüzüne indirdik, eğer onu çoğaltsaydık azardı insanlar."
- "ta'am"
yemek demek.
"ekele" de yemek. Ama "ta'am"dan farkı şu:
"ta'am" bir öğünden bahseder, bir şeye doymak demek. "ekele"nin kökü pas demek; bir şeyi yiyip bitirmeye denir. Hepsini tüketmek, bitirmek. "Siz mirası günah mı sevap mı, kimin hakkı var, kimin hakkı yok bakmadan götürüyorsunuz". Bir şeyi tamamen temizlemeye, bitirmeye "ekele", bir şeyden doyup kalkmaya "ta'am" denir. "zevk" ise ondan kısmen katmaktır, tadına bakmak.
- "miras", "veraset";
Kökü "veres", "irs": Ateş söndükten sonra kalan kül ve kömür kalıntılarına "irs" denir. Ölünün geriye bıraktıklarına da bundan benzetilerek "miras" denir. Bunlara da sahip olana "varis" denir.
"el Varis" olan Allah.
Gökler ve yer solar gider, Allah kalır.
"Toprağın o insandan neler eksilttiğini biz iyi biliyoruz."
"Yeryüzüne gelip uçlarından azalttığımızı görmüyorlar mı?"
- "muhabbet"
"vedud" kelimesi ile karıştırılır.
"habbe" kökünden gelir; tane demektir. Kaynayan suyun çıkardığı kabarcıklara "habbe" denir. Türkçe'de kullanılır; birine ısındığımız zaman "kanım kaynadı" ederiz.
"Siz mala karşı fokur fokur kaynıyorsunuz."
- "mal"
eğik ağaç. "meyletmek" "meyl" "mal"
- "miskin"
Sakin demek. (mesken, iskan, sakin, sükun)
"miskini ta'am etmek" > ona istihdam sağlamak. Miskine yemek vermek değil.
- "had" > "miskini haddetmiyorsunuz"
"had" sırttan, yukarıdan aşağı dökülen kaya parçaları. Sürüyü harekete geçiriyor bu parçalar.
"miskin" çalışamadığı için oturan, evinde bekleyen kişi demektir.
"Siz miskine iş vermiyorsunuz". Hızır geminin tabanını deliyor ya "Niye yaptın miskinlerin kullandığı gemiydi bu"
- "ehanen", ihanet kökü
Havanda su dövmek.
Havan: içinde yiyecek dövülen küçük kap ve onun tokmağı.
Yani "havn etmek", ezmek olduğu gibi gevşetmek. "Rabb'im beni ihmal etti, bana gevşeklik gösterdi"
"ikram"ın zıttı "ihanet"
- "dekke"
"Bu böyle gitmiyor, yeryüzü dümdüz edilecek."
Türkçe'de "dükkan" vardır, düz giriş demektir.
"dekke", engebesiz düz yer. "Mekke"de buradan gelir.
- "cihet"
Suyun toplandığı çukur.
"etve", kanaldan gelen su. Bir yönden gelişi kast ediyorsa "etaa" der. "âtuszekat, âteynelkitâb"
Yönü belirsiz ise "cihet" denir. (hangi yön, hangi cihet?)
- "Melekler geliyor saf saf"
"saf" sıra sıra...
"sofa" Osmanlı'da vardı. Odalar arası oturma yeri. Oturmak için kurulmuş taşlara "sofa" diyorlar sonra "sıra" anlamına geliyor.
- "cahim" ile "cehennem" arasındaki fark:
Toprağı pişirmek, seramik fırınına "cehennem" deniyor. Etin, mısırın, meyvenin kızartıldığı ateşe de "cahim" deniyor. Pişirme fırını, kızartma fırını...
Seramik fırını dendiğinde işin dış biçiminden bahseder, insanın toprak yönünden, bedeninden.
Kızartma dedi mi, "öyle bir ateştir ki, kalplere kadar tırmanır" buyuruyor. maddi azap manevi azap...
- "veyl"
Uzun bir yolculuğa çıkıp, karar verip, bir işin peşine düşüp işin sonunda yaptığın, bütün planların, harcadığın bütün çabanın yanlış olduğunu anladığında ortaya çıkan pişmanlık tepkisi.
"yâ veylenâ" veyl olsun bize
- "kadem" kelimesi
Ön demektir (kudüm davulu)
"kadem" öne götürdüğü için, "ayak" anlamı kazanmıştır (kıdem, kademe, kadim)
- "hayy" ve "mevt":
Kış uykusundan uyanmış yılana "hayy", kış uykusunda uyuyan yılana "mevt" deniyor.
Yasin 52 "min merkadina" (kim uyandırdı)
- "vesk"
bağ ipi demek.
"visak"; Felak Nas
- "nefs":
Bir şey temizlemede (dibağlama denir), düzeltmede kullanılan palamut meşesinin bir meyvesi. Boyacılıkta da kullanılıyor, eşyayı güzelleştiriyor, çürümekten, paslanmaktan koruyor. Bu şekilde temizlenen ve boyanan eşyaya da "nefis" deniyor.
"nefs" ruhun bir boyasıdır, görüntüsüdür. Kişiliği ifade eder. Ruh, beden ile ilişkisini "nefs" ile kurar.
- "mutmain" > "tatmin";
Yokuştan aşağı doğru akıp düzlüğe gelince durgunlaşan su.
"mutmain" olmak; gürültü patırtıdan sonra sükunet.
Felsefede "büyük sarsıntı sonrası durulma"
- "rac'e",
Irmakta akan suyun ters istikamette aktığı yer. Sonradan "geri dönme" anlamı kazanmıştır.
- "razı";
Annenin çocuğuna süt vermesi. Özelliği şu; anne süt verirken bunu görev olarak yapmaktan ziyade bundan keyif alır ve karşılık beklemez.
- "dahil";
Kuytu yer. Sonradan "girmek" anlamı kazanır
"Gir kullarımın arasına, sayıları o kadar az ki kuytuda kaldılar."
- "abd";
Ana kapının önündeki görevli.
Enam 162: "De ki; benim namazım, kurbanlığım, yaklaştırıcı araçlarım, hayatım, ölümüm, her şeyim alemlerin Rabb'i Allah içindir."
Tevbe 111: "Allah müminlerin canlarını, mallarını karşılığında Cennet'i ikram vermek üzere satın almıştır."
"abd" aralıksız Allah için değer üretmektir. Allah'ın sarayında aralıksız nöbet tutmaktır.
Bağlantılar
- "zevc" ile "şef" farkı için Zariyat 49
- "şefaat" ve "şef" arasındaki "iki dudak" bağlantısı Nisa 85
- "Ad kavmi" ile ilgili Hud 58-60, Fussilet 13-16, Ahkaf 21-26
- "Semûd kavmi" ile ilgili Araf 73-79, Hud 61-68, Şuara 141,159
- Fecr 15-16 > Zümer 52, Nisa 78, Araf 130
- Fecr 17-18 > Maun 2-3, Hakka 34, Müddessir 44
- Fecr 22 > Nebe 38, Saffat 1, 165 ("Rabb'in geldiğinde" ifadesinde dikkat: Allah'ın zatı bir yerden bir yere gitmez, gelmez. Bu şuna benzer; memur geldiğinde şunu söyleriz: "devlet geldi." Devlet size gelmez, memurunu size getirir.)
- Fecr 28 > Maide 119, Tevbe 100, Beyyine 1
0 Comments
Yorum Gönder