20. FİL SURESİ

osman polat fil suresi

Kavramlar, Kök Anlamlar

  • 2 soru biçimi var; Maun suresinde birini gördük, şimdi 2. soru kalıbını göreceğiz. Bu önemlidir:
    • Maun 1: "Eraeytellezi"
    • Fil 1: "Elemtera"
  • Alay konusu yapan cahiller var, Allah onları affetsin:
  • "Gördün mü" dediğinde "nasıl görsün ki" diyorlar. Fil suresinde konusu işlenen olay Nebi'nin dedesi zamanında olmuş bir olay. Ebrehe, fil ordusuyla beraber Hicaz'dan yola çıkarak Mekke'yi işgale gelirken Müzdelife'de Allah onların ordusunu başka bir orduyla karşılıyor. "Nasıl görsün"? İzleri var tabi, orada Müzdelife bölgesinde ciddi izler var.
  • "Elemtera" > "rey": "Senin görüşün ne" dediğinizde fiziki bir soru sormazsınız. Türkçe'de şöyle tepkiler veririz, her dilde var bu: "Gördün mü bana ne yaptı" E ben görmedim ki. Buradaki görmek; bilmek, duymak, haberini almak demek. O konuda görüş sahibi olmak demek.
  • Maun suresinde bu "rey, ra'e" fiilinin müspet mazisi vardı (olumlu mazi), burada da menfi mazi var. Maun'da "görmedin" demişti, "nasıl göreceksin ki"; burada da "görüyorsun, anlıyorsun, biliyorsun değil mi" diyor.
  • Kur'an'da adı hayvan adı olan 6 sure var:
    • Fil
    • Bakara (inek)
    • Ankebut (dişi örümcek)
    • Nahl (bal arısı)
    • Neml (dişi karınca)
    • En'am (kurbanlık hayvanlar)
  • "keyfe" > "key"; için demek. "keyfe" ise nasıl demektir. Burada Allah, "ne yaptı" demiyor, "nasıl yaptı" diyor.
    30-40 yıldır bir tartışma var: "Allah yeryüzüne müdahale etmiyor" Kur'an'a iftiradır bu. Allah sürekli müdahale eder. "O mirsaddadır, gözetleme yerindedir." buyuruyor. Her şeye de karışır. Bu surede bir ordu gönderdiğini ve Ebrehe'nin ordusunu karşıladığını, yok ettiğini söylüyor. Ebrehe'nin yaşadığı çağda herhangi bir nebi yok. Dolayısıyla Allah, nebilerin olduğu çağlarda da, olmadığı çağlarda da yeryüzüne müdahale eder. Eğer Allah bize yardım etmiyorsa, yahut biz O'nun yardımını göremiyorsak bu bizim acziyetimiz, cehaletimiz, kalbimizin kirli oluşuyla ilgilidir. Allah'ı suçlamayalım lütfen.
  • "fe'ale" > "faal" yapmak demektir. "faal, faaliyet" deriz.
    "amel" ise başkası için çalışmaktır. Allah asla "amil" değildir. "Fail"dir, eylem yapar. Amel maddidir, fiil ise hem maddi, hem manevidir.
    Kökü: "fe'al"; kullanılan aletlerin elle tutulan kısmıdır, bir şeyin sapıdır. Allah'ın eylemi, fiilinden bahsediyor.
  • "ashab" > Burada da büyük tartışmalar vardır. Hani son dönemde "Nebi bizim arkadaşımızdır, değildir. Ne biçim konuşuyorsunuz, ne var ki bunda, yaklaşmayalım mı, örnek olmayalım mı" diye bir tartışma var çift taraflı. İşte bu kavram ile ilgilidir. "sayfa, sahife" var ya, kök buradan dönüşme...
    "saife" üzerine yazı yazılmış veya şekil çizilmiş deri, tuğla veya kağıt gibi şeylerdir. Peki nasıl buraya dönüşmüş? Daha sonraları ise; yazılı metinler üzerinden konuşmak, sohbet etmek anlamı kazanmıştır. Yazılı metinler üzerinden sohbet edenlere de "sahabe" denmiş. Sonra da sohbet etmekten yola çıkarak "arkadaş" anlamı kazanmış. "sahabe" bir ülkenin halkına da denir, bir işte beraber olanlara da denir, bir yerde birlikte yaşayanlara da denir. İşte 3 yerde "vemâ sâhibikum bimecnûn" gibi ayetlerde: "Sizin arkadaşınız cin etkisi altında değildir" (Tekvir 22) diye geçer. "sahabe" kavramı 97 yerde geçer türevleriyle. Şimdi "arkadaşınız" dediği zaman Muhammed Mustafa, müşriklerin arkadaşı değil, "onlarla beraber yaşayan" demek; yani o toplumun içindeki bir bireydi. Bunu tamamlayan ayetler var: "De ki, ben sizin içinizde bir ömür kalmadım mı?" (Yunus 16)
  • "Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Uhdud, Ashab-ı Cehennem, Ashab-ı Yemin, Ashab-ı Meşeme, Ashab-un Nâr, Ashab-ul Cemp, Sahib-ul Sahr, Ashab-ul Cahim, Ashab-ul Cennet, Ashab-ı Sebt, Araf, Eyke, Medyen, Hicr, Rahim, Sırat, Ress, Sefine, Karye, Kubur, Ashab-ı Musa...." Ne kadar çok değişik yerde kullanılıyor, hepsi aynı anlama gelebilir mi?
    • 3 ayette "sâhibukum" (sizin sahibiniz, sizinle beraber yaşayan)
    • 2 ayette "sâhibuhum" (onun arkadaşları)
    • 3 ayette "sâhibuhu" (onun arkadaşları)
    • 2 ayette "sâhibeyi" (arkadaşlarım)
    • 2 ayette "sâhibetihi" (Allah'ın bir sahibeti yok)
  • "fil" kavramı Türkçe'ye olduğu gibi geçmiş. Fakat Türkçe'de bir kavram daha var: "filo" (uçak filosu, deniz filosu) Bu da "fil" kavramından gelir. Dizi, sıra demek; sıralar halinde kümeleşmiş ama çok kümeli bir sistem. Yani birlikler var ve çok sayıda.
    İngilizce'de "ocean-going fleet" (açık deniz filosu)
     İtalyanca'da "filotta".. Latince'de de böyle, kelime değişmiyor. Sistemli, organize olmuş büyük kümelerden oluşan toplu kümeler.
  • "ce'ale" > "fiil" bir şeyi yapmak, yeni bir şey yapmak. "cailun" bir şeyi başka bir şeye çevirmektir, onu yeni bir işe koşmaktır. Ona yeni bir biçim kazandırmaktır. Adem nebi ile ilgili çok önemli... "cailun fil arda halife" (Yeryüzünde bir halife dönüştürdük."vahş" vardı "üns"e çevirdik. İnsandan önce insanımsı varlıklar vardı ama kelimeleri bilmiyorlardı, biz Adem'e onu öğrettik.)
    Dönüşme, birileri var yeryüzünde kan döken, bozgun çıkaran.
  • "keyd" tuzak demek. Savaş esnasında düşmanı yanıltmak için kurulan tuzağa "keyd" denir. Burada da tartışma var: "Allah tuzak kurar mı?" Allah tuzak kurar, gerekirse ordulara ordularla cevap verir, tuzaklarını başlarına geçirir. Yakıştıramıyorsunuz Allah'a tuzak kurmayı.
    "keyd" ve "mekir" > "mekerAllah" 2si arasında fark var.
    Askeri literatürde şöyle diyorlar: "keyd" taktiktir, savaşın içinde, esnasında gelişen taktiktir. "mekir" ise planlı, uzun vadeli, hedefe varmak için yapılan plandır. Askeri literatürde buna "strateji" denir.
    "keyd" taktik, "mekir" strateji.
    "keyd" kısa, anlık, günlük biçim veya yön değiştirme, karar değiştirme,
    "mekir" uzun vadelidir.
  • "tadlil" > "dalle"; her görülen yerde "sapıklık, yoldan çıkmışlık" değildir. Kök anlamı; kaybolan deve, hayvan. Yolunu şaşıran hayvana veya deveye "dalle" denir. Buradan şaşırma, kaybolup gitmek.. "Allah onların tuzaklarını şaşkınlık içinde bıraktı, dağıttı".
  • "ersele" > "rusl, resul" 513 defa geçer. Saçak demektir; suyun yukarıdan aşağıya doğru akmasını sağlayan saçağa "resul" denir. Saçak suya karışmaz, suyu bulandırmaz, suyu çalmaz, suya bir şey katmaz.
    Maide 67: "Sana vahyedileni olduğu gibi tebliğ etmezsen insanlara, resulluk görevini yerine getirmemiş olursun." Hakka 44-46: "Ben bazı sözleri söyleyeceğim, bu Allah'ın ayetidir diyeceğim demeye kalkarsan, senin şah damarını sökerim"
  • Burada bir incelik var: "Ve ersele aleyhim tayran ebabil". Bir topluluk gönderiyor üzerlerine (aleyhim) "ersele".. Demek ki "resul" kelimesi her geldiğinde "müjdeci, uyarıcı" olarak gelmiyor. Azap için de geliyor. Lut kavmini helak etmek için gelen melekler için de "resul melekler, elçi melekler" olarak kullanıyor. Haber salmak denir, birine haber göndermek, bilgi göndermek, suyu salmak, sonra zamanla haber salmak, haberci salmak şeklinde kullanılmaya başlıyor. Üzerilerine sistemli bir ordu gönderdiğini söylemiş oluyor burada bakarsak. Onların fil ordusuna, filolarına, birim birim oluşmuş filolarına karşılık veriyor Müzdelife'de Rabb'imiz. Onların filolarına kendi filosunu gönderiyor. Hud 69'da resuller İbrahim'e gelince ona önce müjde veriyorlar, sonradan da "Sizin asıl amacınız ne" diye soruyor "kalabalık geldiniz filo halinde"; "Biz helak etmeye geldik bir toplumu" diyorlar. O toplum kuşkusuz Lut kavmi
  • "tayr" > Bir ilginç durum da bu. Türkçe'de "tayyare" vardır (uçak), "tayr" oradan, kuş demek. Uçan bir filodan bahsediyor burada. "tayr" çoğuludur aslında, tekili ise "ta'ir"dir. Ama biz bunları bırakmışız, "tayyizaman, tayyimekan" diye bir şeyle meşgul olmuşuz, bizim atalarımız bununla meşgul olmuş tasavvuf adı altında (zamanda uçma, mekanda uçma).
    Enbiya 80'de Rabb'imiz buyurmuş "Biz Davud'a zırh yapma sanatını öğrettik."
    Neml 17-30 > Orada bir İHA var, gözlem kuşu. Hudhud diye bir kuş uzaklara gidiyor, tepeden izliyor toplumu (insansız hava aracı) Kuşlardan da bir ordusu var Süleyman nebinin aynı zamanda, onlardan biri Hudhud kuşu. Türkçe'de çavuş kuşu denir ona. Gidiyor Belkıs'ın Sebe halkının olduğu yere, uçuyor günlerce. Yukarıdan gözlemini yapıyor, görüntüyü alıyor, geliyor Süleyman nebiye bildiriyor. "Senin haberin olmayan bir yerden sana haber getirdim"
  • Fil suresinde de SİHA'yı görüyoruz (silahlı kuşlar) "tayran ebabil" "ebabil" > çoğulun çoğuludur. Filoların çoğulu. Onların yüzlerce filden oluşan filoları varsa, Allah'ın da böyle filoları var. Uçuşan o birliklerin tamamına denir.
  • "termihim" > "remi"; aslında kum demek. Kumdan büyük çakıl taşını birileri atıyor bir yerlere, fiil olarak atmaya dönüşüyor. Bu kalabalık filo, uçuşan filo atıyordu, neyi?
  • "hicârâ" > "hacer, hucurat, hücre"; taş demek (hacer-ul esved)
  • "siccil"; kap ya da kılıf gibi şeylere "siccil" denir. Yazı yazılan veya resim çizilen taşların üstü örtüldüğü için, kayıtlara da "sicil" denir. "tescil" de oradan gelir, kayda alınmış. Bunlar işaretlenmiş taş, işaretlenmiş taşlar atıyorlar. Bir sonraki ayette "ke'asfen me/kul" ile dediği şekilde; Allah işaretlenmiş taş diyerek aslında güdümlü füzeden bahsediyor. Bu çağ bunu böyle anlamak zorundaydı. Bizim füzemiz yok. Hepsi ayrı ayrı atıyor, güdümlü, işaretli, rotası belli, gönderiyor. Eğer hava gücünüz olursa, yer yüzünde asla size dokunamazlar. Eğer hava gücünüz çok güçlü olursa yeryüzündeki mazlumlara 5 dkda yetişirsiniz, ümmet bu halde olmaz. Allah'ın emrini yerine getirdiğimiz için bize yardımını öyle bir açar ki (Yunus kavmi gibi) nimete boğar; ama biz Kur'an'a itaat edersek. Etmezsek geçmiş olsun. Bu bir yerde daha geçiyor: Hicr 67-77, Zariyat 31-34 > orada da "siccil" kullanıyor.
  • "ke'asfin" > "asf"; Bitkilerin tohumları üzerinde uçmalarını sağlayan tüylere ve kanatlara denir. Tek yöne doğru esen rüzgara da denir. Samanın ufalanıp toz duman olmasına da denir. Burada Rabb'imiz onları unufak etmiş. Yenilmiş ekin diye çeviriyorlar. Rahman 12, Yunus 22'de de geçiyor kasıp kavuran rüzgar olarak. "me/kul" > "ekele"; pas demek. Pas bir şeyi yakaladı mı tamamen bitirirse, "ekele" de yemek yemektir ama tamamen temizlemektir, ne varsa götürmek.
  • Bunu daha önce başka yerlerde de hatırlıyoruz. İsrailoğullarına bakın; çekirge sürüsü, kurbağa, kan... Azap olsun, uyarı olsun diye göndermiştir Allah. Düşmanın filolarını Allah, "Rab" esmasıyla (terbiye eden, yöneten, dönüştüren, geliştiren, temizleyip yeniden ortaya koyan) müdahale ediyor. Biz yokuz, nebi yok. İsa nebi ve Muhammed nebi arasındaki fetret döneminde oluyor bu olay, Rabb'imiz karıştı yeryüzüne.

Bağlantılar

  • "eraeyte" kalıbı > Furkan 43, Casiye 23
  • "elemtera" kalıbı > Al-i İmran 23, Bakara 243, Mücadele 7