28. TİN SURESİ
Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla
- Tin’e ve Zeytun’a
- Ve Tur-i Sinin’e
- Ve bu emin beldeye yemin olsun ki
- Biz insanı en güzel kıvamda yaratırız.
- Sonra onu aşağıların en aşağısına döndeririz.
- İman edenler ve kendini düzeltenler bunun dışındadırlar. Onlar için kesintisiz bir ücret vardır.
- Bu dinden sonra sana yalanlatan nedir?
- Allah, hakimler hakimi değil midir?
Kavramlar, Kök Anlamlar
- Pek çok surede olduğu gibi burada da bir tartışma var: burada bir yemin var, “vav, ba, ta” harfleri yemindir (vallahi, billahi, tallahi).
- “et Tin” ifadesi Kur’an-ı Kerim’de sadece burada geçer. İncir demektir ama “el” takısı aldığı için ve akışa, siyak-sibaka baktığımızda ne çıkacak karşımıza?
- “ez Zeytun” burada da “el” takısı var. Zeytin.
- “Tur-i Sinin” burada “el” takısı yok.
- “ve hâze-l beledin” burada da “el” takısı var.
- Yemin, birbiriyle bağlantılıdır Kur’an-ı Kerim’de. Yemin ayetlerine bakın ve genellikle sure girişlerinde yer alır. Allah bir şeye yemin ettiği zaman arkasından 3lü 4lü yeminler halinde devam ediyorsa bunların birbiriyle bağlantısı olması doğaldır, normaldir. Dolayısıyla “tin, zeytun, tur-i sinin ve bu ‘emin belde’” diye bu 4 yeminin bir bağlantısı olması lazım. Nebilerin geldiği yerleri biliyoruz. Kur’an’da “ulu-l azim sahibi resul”lerden bahseder. “onlar gibi olmasını” emreder son nebiye.
- “tin” incir demektir.
- “zeytun” bildiğimiz zeytin… burada meyvelerin ismi gibi duruyor ama öyle mi; “el” takısı aldığı için, bakalım.
- “tur” > Akadça’da “turu”; dağ, tepe, yüksekçe yer, kayalık.
- “sinin” > dişler demek. “sünnet” de buralardan gelir.
- “mesnun” sıralı ikililer, dizilmiş demektir.
- “Sina”, tepelerin yer aldığı bir bölgeye verilmiş isimdir.
- “Tur” da bu tepelerin en yükseğidir.
- “Tur-i Sinin” o sıralı dağların en yükseği demektir.
“beled” > “belde”; Türkçe’de kullanıyoruz “belediye”… etrafı çevrili meskun, düz yerdir.
“karye”den daha geniştir.
“belde” merkeze, “beled” ise çevreye, civara, o bütün alana denir (belde teşkilatları denir mesela).“emin” > “emin, mümin, iman, emine, emniyet” çok önemlidir.
“mena”; karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki ortak avlu. O ortak alana girmeye, o alana bir mal getirmeye “emine” denir (Türkçe’de kadın ismi)
“mümin, iman, el Mümin” buradandır.
- “halk” > deri veya bez parçası demektir. Elbise biçmeye veya çamurdan bir şey yapmaya mastar olmuştur. “el Halik, el Hallak” buradandır. Bütün canlıların bütün özellikleri ilk yaratılan canlının genindedir; bu ölçüdür / takdirdir (kader). Sürecin açılarak devam etmesi ise “kaza”dır. Allah ilk nefs-i vahideye bütün genetik kodları koymuştur; bu ölçüdür, kaderdir, takdirdir. Bunun açılması, bugünlere gelmesi, yarınlara gitmesi, devam etmesi de “kaza”dır, o ölçünün yerine gelmesidir.
“insan” > “üns” kökünden. Ok yayının iç tarafı.
“vahş” yayın dış tarafının adıdır.
“ins” kelimesi buradan gelişmiştir, cins isim olarak “insan” kelimesi şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Çoğulu “nas” veya “ünas”tır.- “husn”; sıradağlardan yan yana olan 2 büyük dağın en büyüğüne “hasan”, ikinci büyük olana “Hüseyin” denir. Sonraları güzellik olarak kullanılmaya başlanmış. Her güzel davranış yücedir, dağ gibi uludur, değerlidir.
“takvim” > “kavm” kelimesi; “kıyam, kaim, kıyamet”.
Kökü; hayvanların ön ayaklarına denir. Yani onu ayağa kaldırır ve yürütür. “kıyam etmek” ayağa kalkmak, “kayyim” ayakta duran, “kayyum” ayakta tutandır. Mecazi olarak da “bozulmayan, ayakta olan, sağlıklı olan”dır.
“takvim”, kıvamda demektir. Tam kıvamında, en güzel kıvamda… Yani bu, en güzel dengede, en güzel düzende yaratmış olması demektir.- “summe” > “ve” gibi bir bağ edatıdır.;
“fe”yi gördüğümüz zaman takibiye, peşpeşelik
“summe”yi gördüğümüz zaman aralıklarla, ardı sıra demektir. - “raded” > “ridde”; devenin memesinden, doğumdan az önce gelen süttür. Hayvanlar hamile kaldıklarında sütleri kesilir, doğum yaklaşınca yeniden süt toplamaya başlarlar. Bu durum doğumun yaklaştığını gösterir. Bu durumdaki deveye “ridde” denir, eski hale dönmeye “riddet” denir. “ricat”da “rucu”da hal değişir, “riddet”te vasıf değişir.
“sefil” > “ulya” vadinin üst tarafına (Ali, Ala, Müteal)
“sufla” vadinin alt tarafıdır. Üst’ün zıddı olarak alttır.
“esfelesafilin” > “Aşağıların en aşağısına geri gönderdik”. Peki bunu niye yaptı Rabb’imiz, öyle istedi onlar.“amel” > İş yapmaya alıştırılmış kimse demektir.
“amel etmek”, başkasına iş yapmak demektir.
“abd” ise aralıksız Allah’a kullanımını açmaktır kendi varlığını. Aradaki fark budur.
“amel” bir süreliğine biri için çalışmak, bu çalışana “amele” (işçi) denir, ama “abd” aralıksız, 24 saat, ömür boyu Allah’a kul olmak demektir. Kullanımında olmaktan dolayı “kul” kelimesi kullanılır.
“De ki, benim hayatım, ölümüm, mensekim, ibadetim, her şeyim alemlerin Rabb’i Allah içindir.”
“Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Sen’den yardım isteriz.”- “salah” > “Salih, sulh, silah” hepsi aynı kelimenin kökünden. Düzene uygun iş demektir. Allah’ın yaratışına, fıtrata, düzene uygun iş yapmaya “Salih” denir. Somunun cıvataya geçmesindeki uygunluk neyse aynı anlama gelir. “silah” da buradandır. Zulmü durdurur, zalime karşı uygun olan en son yöntem direnmektir, cihad etmektir yahut kıt’al etmektir. Burada “salih amel” kavramı dişi çoğul kullandığı için “salihat”; burada bir sistemden bahseder Rabb’imiz. Dişi çoğul Arapçada sistemli bir eylemden bahseder. Bilinçli bir topluluğun birlikte bir olayın; puzzle’ın parçalarını, eksiklerini tamamlamasıdır. Manav, manavlığını yapar; fırın fırınlığını yapar. Silah üretecek kişi silah üretir, komuta edecek kişi komuta eder. Böylece n’olur? Uyum… Dolayısıyla Salih amel, toplum tarafınan yapıldığında o inanan toplum yeryüzünün en güçlü toplumu olur. Çünkü bütün açıkları kapatmış olur. Allah da herkesi bir yerlere meyilli yaratmıştır, farklı yaratmıştır. Teori, pratik, sayısal, sözel, soyut, somut olarak yönlendirmiştir. Bu konuda bir eksiğimiz yoktur.
- “ecir” > “acur”; tuğla demektir. Tuğla üretimi yapana ödemeye de ücret denir. “ecir” kira veya ücret demektir. Yapılan işe karşılık bir iş üretirseniz onun bir ücreti olur. Bu tuğla üretenlere karşılık o parayı kastederek “acur”dan, tuğladan gelmiştir, yayılmıştır. Her işin bir ücreti var denir. Böylece Allah da kendisine iman edip, güvenip, kendini düzeltmeye çalışan, toplumun ıslahı için çalışan, Allah’ın koyduğu varlıksal, ontolojik kurallara itaat eden kişilere bir ödül, ecir veriyor. Nasıl bir ecir, “gayrı memnun”
- “memnun” dolu dolu vermek demek. “memnun etmek” buradan gelir. “memnun oldun mu?”
“minnet” de aynı köktendir; dolu dolu vermek, memnun ettirmek için çabalamaktır.
“minnet ettirmek” ise verdiğin şeyin ağzını dikip o kişiye onun ulaşmasını engellemektir. Yani o kişinin bundan alacağı bir tat varsa, bir hayır, iyilik; onu da ondan almaktır. “minnet altına sokmak” denir.- “kizb”; kumaşın boyanmasında kullanılan boya. Kumaşa yeni bir boya verdiğinizde, onun biçimini gizlediğinizde, üzerine başka bir renk attığınızda buna “kizb” denir. Bu boya, kumaşın gerçek rengini gizler. Dolayısıyla bir doğruyu, hakikati, bilere içinde saklayıp inandığı ve bildiği şeyin aksini söylemeye “kizb”; yalan denir.
- “bade” > “boyut, but” buradan gelir. Bakıldığı zaman ufka en yakın olan yere “beyit” denir. Eğer bu yer dar bir vadiyse “amik” denir. Sonraları zaman içinde “bade” uzak anlamında kullanılmaya başlanmıştır. “önce”nin karşıtı olarak “sonra “ diye kullanılmıştır.
“din” > kökü “dane”; inek yavrusu. Annesinin memesini emmek için yaklaşmasına “dane” denir.
“dünya” > “denaya”; yaklaştırılan, “ahir” uzaktaki sonraki… Annesine vefa duygusu vardır yavrunun. Annesi onu doğurmuştur, büyütmüştür, süt vermiştir, onun peşine takılır gider. Buradan “yaklaşma” doğar ve “vefa, borç” doğar. “din” aynı zamanda borç demektir. Dolayısıyla borcun da bir hesaplaşması olur, ona da “hesap günü” gerekir. Allah bize nimetler vermiş, saymakla bitmeyen. Yakın bir dünya, yaklaştırılmış bir hayat sunmuş, yeryüzünü birçok nimetle döşemiş. Her şey hazır, otel odasına girip otelcinin dolapta, banyoda, nerede ne lazımsa sen daha girmeden hazırladığı bir otele giriyoruz. Dünyadır o. Çıkarken bunun bir ücreti olacak. Bunun karşılığı olacak, hesap verişi olacak.- “leyse” kelimesi; “olmadı” veya “değildir”. Fiildir ama muzarisi, gelecek zamanı yoktur bunun.
- “eleysAllahu bi-ahkemi-l hâkimin”
- “hüküm” > “el Hakim” olan Allah… Çok önemli.
- “hikmet, hükümet, hakim” > Atı yönlendirmek için ağzına takılan gemdir. Kök anlamı budur. Atı sağa-sola yönlendirmek için… hükmetmek, yönlendirmek demektir.
- Allah nasıl hükmetmiş bize? Fucur ve takvayı lehmetmiş bize. Hak ve batılı göstermiş. Üçüncü bir seçeneğimiz yok. Dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Dileyen hakka yürüsün, dileyen batıla. Dileyen nura yürüsün, dileyen karanlıklara. 2 yol var diyor: “vehedeyna hun necdeyn” (2 yol gösterdik size). Tercih meselesi. Hepimiz kendi tercihimizi yaşıyoruz. Allah bu konuda bizi özgür bırakmış. “La ikrahe fi-ddîn” (Dinde zorlama yoktur.). Baskı yok, cebir yok. Dilese Allah bütün yeryüzü mümin olur. “Sen şimdi onların başına cabbar mısın?” diye resulune soruyor: “Sakın bunu yapma, sen uyar, hatırlat, senin görevin bu.” Herkes özgür iradesiyle inanacak veya inkar edecek. 2 yol işte, atın gemi. Hüküm vermek budur. Allah hükmünü vermiş insan için, “takdir” dediğimiz ölçüyü koymuş. “Ya Bana inanırsın, ya Ben’i reddedersin.”
Bağlantılar
- “tin” > 1 yerde geçer: Tin 1
- “zeytin” > Kur’an’da 6 yerde direkt geçer, 1 yerde dolaylı; zeytin ağacına vurgu var: En’am 99, 141, Nahl 11, Nur 35, Abese 29, Tin 1. Dolaylı olarak: Müminun 18-20
- 4 şeye yemin var, bu şeyler meyve mi? Yoksa “el” takısıyla başka bir şey mi anlatılıyor?
- Te’vil ayetleri: Ahkaf 35, Şura 13, Ahzab 7, Hadid 26
- Tur dağının sağında Rabb’imizin seslendiğini biliyoruz, Mekke’de Muhammed Mustafa’ya vahyin geldiğini biliyoruz.
“tin ve zeytin”? > Filis’tin’… “tin” İbn Abbas’ın dediği gibi Tin bölgesi, Zeytun bölgesi… Bunlar bölge. 4 tane yer sayıyor Rabb’imiz. Bunlar ulu-l azim sahibi olan resullerin ilk vahiy aldıkları yerler. İsa nebinin Filistin’de olduğunu biliyoruz, İbrahim nebinin Filistin’den Mekke’ye gittiğini, o çorak bölgede dualar ettiğini biliyoruz. Ne çıktı? “Ulu-l azim sahibi resuller gibi sen de diren, sen de onlar gibi davran” diyor. Önce onlar için çağrı yapıyor, sonra “Biz nübüvveti, kitap ve hikmeti vermeyi Nuh’un ve İbrahim’in soyuna yerleştirdik.” Ve 5 resulu de hep yan yana zikrediyor bu ayetlerde. “Biz kitaptan Nuh’a ne vahyettiysek, İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya, sana da onu vahyettik ya Muhammed”.
Dolayısıyla vahiy aldıkları ilk yerlerdir. Ama kritik bir şey var:
“Tur-i Sinin” ifadesinde “el” takısı yok. Aynı zamanda bu şu demektir: Bütün nebilere ilk vahyettiği yerlere de yemin ediyor. Tuva’yı biliyoruz, Kutsal Tuva… “Ya Musa, sen bu kutsal Tuva’dasın. O pabuçlarını, ayakkabılarını çıkar”. Mübarek değerli belde… Sebep? Vahyin inmesi. Vahiy öyle bir şeydir ki, Allah’ın sözü nereye giderse orayı mübarek kılar, kime inerse onu da mübarek kılar. İsa nebi diyor ki: “Rabb’im beni gittiğim her yerde mübarek kıldı.” Çünkü bereketin kaynağından geldiği için Kur’an’a da mübarek kitap diyor, resule, vahyin indiği bölgelere de mübarek diyor ve bir de üzerine yemin ediyor.
Filistin’e niçin “tin ve zeytun” bölgeleri diyor? Ramallah’ta hint inciri denen bir incir var, sabır inciri de derler; çünkü çok aşırı sıcağa, susuzluğa dayanıklı bir bitkidir, kaktüsgillerdendir. Fakat meyve verir ve Ramallah bölgesinde fakir fukara insanlar yılda 5 ton üretirler o incirden. Çok sağlıklıdır, çok güç veren bir şeydir. Filistin denen yer hem incir bölgesidir, hem zeytin bölgesidir.
“tur-i sinin” ayetleri > Bakara 63, 93, Nisa 154, Kasas 29, 44, 46, Tur 1 (Tur’a yemin), Meryem 52, Taha 80, Müminun 20- “ve hâzel beledi-l emin” > Bakara 125, Kasas 57, Maide 97, İbrahim 37, Ankebut 67, Nahl 112-114
- “kıvam” > Furkan 67
- “sefil” Nisa 145 (“esfeli minen nâr” ateşin en altı), Hicr 74, Beyyine 6, Enfal 22
- “illellezine âmenu ve âmilussâlihât, felekum ecrun gayru memnun” Fussilet 8, İnşikak 25, Tin 6
- Kalem 3’te ise “Senin için ey resulum, kesintisiz bir ecir vardır.”
- “bade” > “badAllahi vel ayetihi” Casiye 6
- “Allah’tan sonrası yok, O’nun ayetlerinden sonrası yok. Allah’ın kurduğu düzen/dinden ötesi yok. Nereye gidiyorsunuz?”
- “Ey resul, ölümden sonra diriliş yok diyenlerin sözüne şaşır.”
- “eleysAllahu bi ahkem el hâkimin” > Bakara 188, Maide 50, En’am 114, A’raf 8
0 Comments
Yorum Gönder