29. BURUC SURESİ

osman polat buruc suresi

Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla

  1. Burçları olan göğe,
  2. Vaadedilen, söz verilen güne,
  3. Tanık olana ve tanık olunana yemin olsun ki,
  4. Hendeklerin birlikleri katledildiler.
  5. Yakıt dolu ateş çukurlarının
  6. Onlar, onun üzerinde oturmuş
  7. Müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
  8. Aziz, Hamid Allah’a güvendikleri için onlardan intikam alıyorlardı sadece.
  9. Göklerin, yerin yöneticisine, Allah her şeyin, her nesnenin üzerine tanıktır.
  10. Mümin erkekleri ve mümin kadınları ateşe atan, yakan ve sonra da tevbe etmeyenler, onlar için cehennem azabı, kötü tadış vardır ve onlaradır yanmanın kötü tadışı.
  11. Allah’a güvenen ve düzgün işler yapanlar ise, onlara altlarından ırmaklar akan bahçeler vardır. İşte büyük serinlik budur.
  12. Rabb’inin yakalarından yakalaması çok sağlamdır.
  13. Kesinlikle O’dur ilkin var eden de, yeniden var edecek olan da
  14. Ve O’dur el Gafûr, el Vedüd.
  15. Arşın sahibidir, el Mecid’dir.
  16. İstediğini yapandır.
  17. O orduların sözü sana ulaştı mı?
  18. Firavun ve Semud ordularının?
  19. Aslında tüm kafirler / tüm gerçeği örtenler yalanın içindedirler.
  20. Oysa Allah, onları her yandan kuşatmıştır.
  21. Onların yalanladığı Mecid Kur’an’dır
  22. Korunmuş levhanın içinde olan.

Kavramlar, Kök Anlamlar

  • “buruc” > “burc” kelimesinin çoğuludur (burçlar). Işıklar saçan yüksek kale, saray. Yükseklerde hem korunaklı, hem de kale biçimindeki saraylara “burc” denir. Endülüs devleti İspanya’da kurulduğunda Avrupa’ya “burc” kavramının götürdü. Sonra Avrupalıların diline yerleşti, birçok Avrupa dilinde “Lüksemburg, Hamburg, Freiburg” (Tuzların olduğu kale, güçlü kale, özgür kale) gibi yerleşti. Fransızlarda “burjuvazi” vardır, “burjuva”: yüksek saraylarda, korunaklı kalelerde yaşayan elit, üst kısma burjuva denir. Bu da oradan geliyor. “burc” kelimesi Arapçadan geçmiştir.


    Buradaki kullanımı; yükseklerde kümeleşen yıldızları anlatır. Takımyıldızı diye anlayanlar da var ama şöyle bakmak lazım meseleye: Bir güneş sistemi vardır, çevresinde gezegenler olan; bir de yıldız kümeleri vardır. Bunların küçük gruplar halinde olanlarına takımyıldızı denir. Ama çok sayıdaki yıldızın bir araya gelmesine galaksi denir. Burada galaksi sistemlerinin tümüne yemin ediyor, çünkü içinde hem takımyıldızını barındırıyor galaksiler, hem de güneş sistemi gibi sistemleri barındırır. Dolayısıyla bunu böyle anlamak lazım. “vessemâ-i zâti-lburuc” dediği zaman “el” takısıyla beraber bütün sistemlere, içinde bulanan galaksilerin toplamına yemin ediyor. Tabii ki hikmeti var.

  • “vaat” > Kur’an-ı Kerim’de çoktur bu kelime. “Allah’ın vaadi haktır. Vaat edilen gün, vaat edilen söz”.

    “vaid”; yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar toplanmakta ve kararmaktadır. Yağmur yağacağını haber vermektedir.
    “vaat” yapacağı bir işi duyurmaktır sözlü olarak. “Ben ilerde şöyle bir şey yapacağım” diye duyurmaktır. “Allah vaadinden dönmez” buyuruyor. Dolayısıyla Allah ne vaat ettiyse hiç kimsenin zerre şüphesi olmasın, kesinlikle yerine getirir. O’nun vaadinden döndüğü yoktur, geçmişte de dönmemiştir, gelecekte de dönmeyecektir.

  • “katil” > “kıt’al”; “katletmek, maktul” gibi kullanırız.

    Kökü “kıtıl”; çatışmada ilk karşılaşan kişilerden, taraflardan biridir. Araplarda savaş geleneğidir; harp başlamadan önce 2 taraftan da babayiğitler, kendine güvenenler birebir çarpışmak adına -“düello” derler ya- karşı karşıya gelirler. Kim kazanırsa onun tarafı için psikolojik bir moral olur, üstünlük olur. Oradan dönüşmüştür. Düello yapan, ölümüne çarpışan 2 kişiden birine “kıtıl” denir, sonra dönüşerek “çarpışma, kıtal” anlamı gelmiştir geniş anlamda. “katil”; çatıştı, öldürdü anlamında kullanılır.

  • “hadde” > “uhdud”; hendek diyorlar –ki çukurdur o- yanak demektir. Oradan sonra siper-çukur anlamında kullanılmaya başlanmış.
  • “kâde” > fıkıhta kullanılır “kâde-i âhire” (son oturuş)

    “kaide” denir aslında. “bu işin kaidesi/kuralı”
    “akaid” İslam bilimlerinden biri diye bize yedirilir “kurallar, kaideler”
    Temel demek aslında. Çardakların üzerine kurulduğu yerdir. Kök anlamı budur. İlginç olan bir şey var burada;
    “kaide” > çukurun kenarlarında oturmuşlar, seyrediyorlar yanmalarını; yerdeyken oturmaktır. Bunun bir de başka bir versiyonu var:
  • “cels”; üstüne oturulan yüksekçe yerin adıdır. Yani “meclis, celse” var ya; ayakta dururken oturmak, bir yere yaslanarak oturmak... ona “cels” denir. “kaide” bildiğimiz yere oturmaktır.
  • “intikam” > Türkçede çok kullanırız.

    “Sadece Allah’a iman edip güvendikleri için onlardan, o müminlerden intikam alıyorlardı, ateşe atıp yakarak”

    “intikam” > “nekem” lokma demek, ağza alınan parça. Sonra ağzıyla yakalayıp parçalamaya “intikam” denmiştir. “nimet” yemekse, “nikmet” çiğnemektir. Bu kelime türeye türeye sonunda “ezmek, çiğnemek, parçalayıp yok etmek” anlamına gelir. Yaptığınıza karşılık size bir cevap vermektir bu. Bunun manevi boyutu vardır. Allah Zuntikam’dır, intikam sahibidir. Paramparça eder adamı, evini yıkar, düzenini bozar. Parçalamak illa ki fiziksel olması şart değildir. Fiziksel, duygusal…
    “Müşrikler sanki her bir parçasını vahşi bir kuş parçalamış da başka bir yere atmış gibi paramparçadır”
    Dolayısıyla Allah parçalar onları, yaptıkları yanlışı kim yapıyorsa. İsterse adına Müslüman desin kişi… Allah nimetine karşı nankörlük eden, isyan edenlere karşı intikam alır, onun hayatını da parçalar.
  • “aziz” > “Aziz” ismi;
    “azze”; yağmur suyu ile doymuş toprak. “taziz etmek”; güçlendirmek, yüceltmek demektir.
    “Aziz”; gücünden dolayı üstün, yüce demektir.
    Üstün olmak, yukarıda olmak değildir; manevi olarak, güç olarak her şeyin üstünde olmak, her şeye gücü yetmek anlamı taşır.

  • “fitne” > “ateş” diye çevirirler ama madeni cüruftan temizlemek için eritmektir, bunun için yakılan ateştir. “fitne” ile “imtihan” arasında fark vardır.
    “mihnet”; madenin parlaklığını ortaya çıkarmak için pasını silmek demektir, “imtihan”.
    “fitne” ise ateşi yakarak cüruftan ayırmaktır; gereksiz tarafı ayırıp asıl madeni ortaya çıkarmaktır.
    O zaman ne anlamalıyız?
    • “imtihan” kişinin kendini göstermesidir.
    • “fitne” ise kişinin dayanıklılığının artırılması içindir.

  • “fevz” > “fevz-ul azim, fevz-ul kebir” diye ayet sonlarında görürüz. “Fevzi, Fevziye” diye insan ismi vardır.

    Gölgelik demektir, gölgeliğe girmek… Kurtuluş ifadesi olarak kullanılır.
  • batş” > “cuma”; elini avucunun içine alıp yumruk haline getirmektir. “cem, cami, cemiyet, cemaat, cuma”
    • “kabz”; bir sopayı tutmak için elin aldığı şekil. (kılıcın kabzı, onun şeklini alır)
    • “batş” ise; bir kumaşı tutmak için elin aldığı şekil. Kişiyi 2 yakasından tutmak. Allah adamı 2 yakasından sağlam şekilde tutar. Çok ilginç. Diyoruz ya “2 elim yakandadır” diye. İşte o “batş”tır. Elin 3 ayrı eylemini ayırmış Rabb’imiz, 3’ünü de Kur’an-ı Kerim’de kullanıyor. Öyle inceler incesi bir kitap ki; tüm çağlara esneyerek yardımcı olsun diye.
  • “bidayet” > “badiye” çöl demektir. Çölün bize bakan kenarına, giriş tarafına “bedi” denir.
  • “vedüd” > “vadi” kelimesinden geliyor. Aşk, sevgi falan yok burada. Bir ırmağın içinde bulunduğu saha. “ved” bu yakalardan biridir. Dayanışma ve meyletme, yönelme anlamı taşır. Allah “Vedüd”dür buyurduğunda “Allah, inanmış kullarıyla dayanışma içindedir” demektir. “vAllahu la yuhibbu-zzâlimin/kâfirin” gibi ifadelerde Allah’ın muhabbet duymadığını ya da “Allah müminleri, muttakileri sever” buyurduğunda yine “muhabbet, hab, hububat” geçer. Dolayısıyla sevgi konusunda, duygusal tarafa bakacak olursanız “yuhibbu, la yuhibbu” gibi ifadelerde buluruz onu.
  • “mecid” > Din alimlerinin birçoğu, tamamına yakını “Aziz, Aliyy, Azim, Ala, Müteal, Mecid” bütün bunlara ortak bir kelime bulmuşlar: “yüce”. 10’a yakın esma var, bu esmanın her birine “yüce” diyorlar. Bunlar farklı farklı.


    “mecid”; doymuş kimse. Doymuş kimse yemek yer mi? Doymuş. Suya doymuş, su ister mi? İstemez, içmiş. Uykuya doymuş, uyku ister mi? İstemez. Paraya doymuş, çok zengin “ben napayım, benim paraya ihtiyacım yok ki” demez mi? “bütün dünya benim zaten”. Süleyman nebi diyor ki: “Sizin o bana gönderdiğiniz hediyeler sizi ferahlatır, benim onlara ihtiyacım yok ki”. Buradan ne anlayacağız? Sadece Allah doymuştur, ne demek? Hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Asıl Mecid; hiçbir eksiği olmayandır, bütün yaratılanlar doyumsuzdur, ihtiyacı vardır. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
  • “cünd”; savaşçı demektir. İlk toplumlar meyvecilik, tarımla meşgulken, o meyveleri topladıklarında, hasat yaptıklarında başlarında savaşçı kimseleri nöbetçi tutuyorlar. Bunlara “cünd” denir. Oradan türeyerek orduya dönüşmüştür.
  • “vera” > tasavvufta çok sömürülmüş bir kavram.
    “vera” arka, öte demek.
  • “havd”; çeper çit, sonraları sarmak, içine almak anlamına gelir. Allah onları ötelerinden sarmıştır, haberleri yok ama.
  • “levha” > üzerine çizgi çekilen ve yazı yazılan kürek kemiği ya da tablet. “Musa içinde Tevrat parçası olan tabletleri sinirle yere fırlattı”
  • “hafız”, çanta demek kök anlamı. Korumak, bir şeyi saklamak için içine konan şey, çanta. İleride bu, korumaya ve ezberlemeye, saklamaya… “hafıza kartı”, “Kur’an hafızı”; aklında koruyor.
  • “fe’ale” > “fail, fiil” Türkçede kullanıyoruz.

    “Bu cinayetin faili kim, faili meçhul” diye…
    “faal”; kullanılan aletlerin elle tutulan kısmı, sapıdır. Allah irade ettiğini yapar. “el Fail” ismi var. Allah “amel” kelimesini kendisi için hiç kullanmaz Kur’an’da. “amel” bir başkası için çalışmaktır. Allah kimse için çalışmaz. Her istediğini yapandır, ama nasıl?
    “fail” o sapı, o maşayı kullanarak bir eylem yapandır. Allah her eylemini bir vesileyle… “determinasyon” (İslam ümmetinde bulunmayan kelime) nedensellik, illiyet bağı
  • “irade” > “yuridu men yeşaa” diye geçiyor. Ne kavga ediyorlar bu konuda… “irade, murat” insanlara isim takmışlar, Murat diye. “murad” irade eden, isteyen anlamında. 140 yerde geçer Kur’an’da, hiç “irade” diye geçmez; “yuridu” gibi fiil olarak geçer.


    “ravede” kökünden; bir şeyi çevirmek için kullanılan kol. Sonraları bir işi yapanın o işi yapma istemine, arzusuna mastar olmuştur. “İşleri beyinde çeviren kol”. Kanıt ayeti: “femehhilil kâfirine emhilhum ruveydâ” buyuruyor. İrade kelimesinin kökünden gelen bir kelimeyi Rabb’imiz bildiriyor, Tarık 17’de. “Onlara biraz mühlet ver”.

    "ruveyda” ne yapacağını görmek için kişiye tanınan bir ek süredir. “iradesini” nereye doğru çevirecek, onu görmek için. Bir başka incelik;

    İnsanın iradesini, iyiyi-kötüyü ayırarak düzenleme yapan beyin noktası başın ön-alın kısmındadır. Öne doğru çıkıntılıdır. Bu konuda Sinan Canan hocayı dinlemenizi ısrarla öneririm beyin konusunda. Beynin ön tarafında 2 lob var, prefrontal lob, irade orada. Buradaki sinir hücreleri, beyin hücreleri büyük bir aktivite yaşıyor irade esnasında; istemek ya da bir şeyi istememek… Gözünüzün önünde bir yemek var, diyorsunuz “yemeyeceğim bunu Allah emretti. Ben oruç tutacağım” diyorsunuz ya, bunu yeryüzünde yapan başka bir varlık yok. Sadece insana özgü bir şey bu, irade koyuyor, fren yapıyor. “biraz iradeli ol” denir ya… Bir şeyi yapabileceği halde yapmamak. Bu irade o kadar önemli ki: “Allah emrettiği için yapacağım” demek de iradedir. Bize bu kelimeyi anlatmadılar ki biz bilelim ne yapıp yapmayacağımızı. “tilke hududullah” diyor. “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır, aşmayın, fren yapın, yaklaşmayın, uzak durun”. Tüm bunları yapmak için frontal loba ihtiyaç var. Peki noldu burada? Öne doğru sap gibi durur o lob, öne doğru çıkıntılıdır. O kolu çalıştırmaya Rabb’imiz “irade” diyor, seçimi gördünüz mü? Ön lobların fiziki durumuna benzetiyor çünkü orada. Bununla ilgili 2 ayet: Hud 56, Alak 15; “nâsiye” diyor, alın bölgesi…

    “Yeryüzünde debelenen, hareket eden hiçbir canlı olmasın ki, biz onu perçeminden/nâsiyeden yakalamış olmayalım”. Niye? Allah istediğini yapar, sen yapamazın. Soruyor dimi ayette: “İnsana her temenni ettiği şey var mı bu dünyada?” Necm 24.

Bağlantılar

  • Buruc 1 > “zat” Kur’an’da 30 defa geçer.

    • Buruc 1 (galaksilerle, yıldız kümeleriyle dolu evren
    • Tarık 11 (dönüşlerle dolu evren; bütün galaksiler döner)
    • Zariyat 7 “vessemâi zâti-l hubuk” (“hubuk”; rüzgarın kumların üzerinde oluşturduğu ince yollar)
  • “burc” 6 defa geçer türevleriyle:
    Buruc 1, Hicr 16, Furkan 61, Nisa 78, Ahzab 33, Nur 60
  • Ahzab 33 ve Nur 60’da buradan türev şöyle bir kullanım var: “teberruc” (Açılıp saçılmak)
    • “Ey kadınlar, sizin nefsinize özel bir şey ekledim, erkeklerin nefsine de başka özel sınavlar ekledim. Sizdeki sınav, açılıp saçılma sınavıdır. Sınavlarınızdan biri budur. Sizi güzel kıldım (Al-i İmran 14)”. Kadın kadınlara bile güzel görünür. “Ey insanlar, kadınlara olan düşkünlük…”. Ey erkekler demiyor, ey insanlar diyor. Kadın kendini göstermek ister, cinsellik anlamında değil, cinsiyet anlamında.
    • Atatürk’ün sözü: “Ey kadınlar, mücadelenizle ortada olun, kişiliğinizle ortada olun, kendinizi böyle kanıtlayın.”
  • “vaat edilen gün” > Mearic 44, Casiye 32… onlarca ayet vardır. Allah mutlaka vaadini yerine getirecektir.
  • “Allah istediğini yapandır” > Buruc 16, Bakara 253, Hud 107, Hac 14
  • “Levh-i Mahfuz” > Buruc 22
    • “Kur’an’ın muhafazası” > Hicr 9
    • “Nefsin muhafazası” > Tarık 4
    • “Semaların ve arzın muhafazası” > Fatır 41
  • “levha” Kur’an-ı Kerim’de 6 yerde geçer. “elvah” çoğuludur.
    Araf 145, 150, 154’te 3 defa, Kamer 13, Müddessir 29, Buruc 21’de 1er defa.
  • “el Mecid” 4 defa geçer.
    • Hud 73 > “Hamid Mecid” Rabb’imizin esması olarak
    • Buruc 15 > “zul arşin Mecid” Arşın sahibi, Mecid olandır.
    • Kaf 1 > “Kaf, vel Kur’anin Mecid” Mecid Kur’an
    • Buruc 21 > “Kur’anin Mecid” Mecid Kur’an
  • “Vedüd” 2 yerde geçer:
    • Buruc 14 > “el Gafur, el Vedüd”
    • Hud 90: “Rahim, Vedüd”
  • “innAllahe me’al ebrar, innAllahe me’al muminin, innAllahe me’ana”


    “me’a”yı “beraber” diye çeviriyorlar, yanlış. “sarılmak” demektir.

    “Allah, müminlerle sarmaş dolaştır.”