31. ABESE SURESİ
- Suratını astı ve sırtını döndü
- O âmâ yanına geldi diye.
- Ne biliyorsun, belki de o kendini temizleyecek, geliştirecekti.
- Veya hatırlayacak ve bu hatırlatma kendisine menfaat / fayda sağlayacaktı.
- O ihtiyaç duymayan kişiye gelince
- Sen ona değil, duvara konuşuyorsun.
- Onun kendini geliştirmesinden sana ne?
- Bir çabayla koşarak sana gelen kişiye ise
- O huşu duyan saygılı biridir.
- Sen onunla ilgilenmedin.
- Hayır hayır, kesinlikle o bir hatırlatmadır.
- Kim ne yapmışsa, ne inşa etmişse onu hatırlayacaktır.
- O mükerrem sayfaların içinde,
- Yüksek ve temiz sayfalarda
- Yazıcıların ellerinde
- İkram edilmiş seçkin iyilerin
- Katledilesi insan, ne de çok örter.
- Onu hangi şeyden yarattı?
- Döllenmiş yumurtadan, zigottan yarattı ve ölçüsünü belirledi.
- Sonra kesişen yolunu kolaylaştırdı
- Sonra onu öldürdü ve mezara koydu.
- Sonra onu inşa ettiği zaman yararak çıkaracaktır.
- Hayır hayır o, O’nun / Rabb’inin emrini yerine getirmedi.
- İnsan yediğine baksın.
- Biz suyu yukarıdan aşağıya döktükçe döktük
- Sonra arzı yardıkça yardık.
- Orada taneler bitirdik.
- Üzümü ve sarmaşığı,
- Zeytini ve hurmayı,
- Kenarları ağaçlarla dolu bostanları,
- Meyveleri ve otlağı
- Hem sizin için ve hem de en’amlarınız / büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarınız için.
- O büyük fışkırış geldiğinde
- Kişinin kendisinden kaçacağı gündür
- Annesinden ve babasından,
- Eşinden ve çocuklarından
- O gün her kimsenin kendisine yetecek çok büyük bir işi vardır.
- O gün yüzler vardır
- Müjdeler sebebiyle sevinçlidir.
- Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz
- Perişan ve katranlı
- İşte onlar gerçeği örtenlerdir, işte onlar yoldan ayrılmış kimselerdir.
Kavramlar, Kök Anlamlar
- “abes”; hayvanın kuyruğuna yapışmış, kuruyan pislik demektir. Oradan türemiştir. Ekşi yüz, suratını asmak
- “sadıy”; dağdan yükselen bulut. Güzel görünmesi yüzünden de insanları kendisine çeken şeye ya da kişiye takılıp kalmak, ona yönelmek, bakakalmak…
- “Senin dikkatini çekiyordu bu müşrik önderler, o garip geldi âmâ, sen öbür tarafa yöneldin, bakakaldın onlara”.
- “sebil”; birbiriyle kesişen yol demektir. Kur’an-ı Kerim’de “Sırat-ı Müstakim”e ulaştıracak, onla kesişecek yol anlamında kullanılır. “sıraten sebile” diye de geçer. Allah kendisine varacak, kendisiyle Sırat-ı Müstakim ile kesişecek yollara çaba harcayanları ileteceğini buyuruyor.
- “kadıy” > “kaza”; bir şeyi kesmek, yapılacak bir şeyi vaktinde yapmak demektir.
- “ineb”; üzüm
- “kadb”; sarmaşık
- “naḥl”; hurma
- “hadek”; patlıcan demek aslında ama sonra bütün bahçelerin adı olmuştur. Arapçada “cennet” ağaçlı bahçeye denir, “hadek” ağacı olmayan bostana denir.
- “gulb” bahçenin etrafına dikilmiş ağaçlara denir. Köylerde vardır; kenarlarına ağaç vardır, ortası bostandır.
- “ebba” otlak
- “meta” > şu iğrenç “muta nikahı”nın kökü buradan geliyor.
“muta”; üzerine ev eşyası konulan yüksekçe yer. Sonraları buraya konan eşyaya “meta” denmiştir. Bir şeyden yararlanmaya “temettü” denir, bankacılıkta kullanılıyor. “muta” da karşılıklı olarak birbirinden faydalanmak için yalandan evlenmektir. Hala yeryüzünde birileri bunu yapmaya çalışıyor.
“saḥḥa” > “sayha” haykırış, “sayhaten vahideten” Yasin suresinde geçer.
“saḥḥa”; fışkıran sudur. Bir suyun fışkırması gibi insanlar oldukları yerden kalkarak Rab’lerine doğru gideceklerdir.
“ferre” > “fer”; ölü hayvanın derisi, soluk renk demektir. “firar”; korkup kaçmak, yüzü soluyor, korkuyor kaçıyor. Yüzün solmasına ölü hayvanın derisinden benzetilir. “iftira” da buradan gelir.
“iftira”; rengini değiştirmek anlamında dönüşmüş, bir kimsenin yapmadığı şeyi yapmış gibi göstermek, o işi ona yıkmak…“eḥıy”; Arapçada kardeş demek, ama nereden geliyor? Ne derin anlamlar var…
Hayvanı bağlamak için kullanılan ipin 2 ucundaki kazıklardan her biri. Sonraları kardeş olarak dönüşmüş.
“Müminler kardeştir, kardeşleri Yusuf’a” diye geçerken böyle geçecek. Yani “müminler kardeştir” ne demek? Nefslerini, nefslerinin zulümlerini zaptetmek için; yeryüzündeki hayvanca yaşayan zalimleri zaptetmek, ıslah etmek için mücadele edenlere “kardeşler topluluğu, müminler” denir. Yani nefslerini gemlerler, birbirlerinin nefslerini de gemlerler, iyiliği emrederler, kötülüğü nehyederler ve yeryüzünde “sulh”u düzeni korur, bozuklukları ıslah etmek için mücadele ederler. Zalimlerle mazlumlar arasında mazlumların yanındadırlar.“şe’n”; çardakları, evleri korumakla görevli kimsedir. Sonraları koruyucu, gözetleyici ve çok önemli büyük iş anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
“Hesap günü herkesin bir şe’ni vardır”
Rahman 29: “O her an bir şe’nin içindedir”. Şöyle çevirirler: “O her an bir yaratma halindedir”. Öyle değil işte. “hâlik” demiyor, “şe’n” diyor. Hesap günü hepimiz hayatımızın en önemli işiyle meşgul olacağız. Karar kesinleşmeden önce; dirilişimizden hakkımızda hüküm verilene dek o süreçte kimseyi tanıyacak halimiz yok. O gün hepimizin kendine yeten bir şe’ni vardır. Nedir şe’n? Ebedi hayatımızın en olacağı konusu… hiçbir iş bu kadar önemli değil.- “sefer” > “supur”; Türkçeye de “süpür” diye gelmiştir, “ge” sonradan eklenmiştir. Gecenin sabaha yakın dönemine “seher” denir. “sahr, sihir” de oradan gelir. Koyunun, kuzunun karaciğeridir. Karanlıktır, yer yer lekeleri olan karanlıktır. Ciğerden “sihir” yapmaya çalışanlar var. Oradan türev, sabahtan önceki alacakaranlık “seher”, yolların temizlenmesinden dolayı da sabah vaktine “sefer”. İnsanlar sabah yola çıktığı için “sefer” yolculuk anlamında kullanılmıştır.
- “gubar” toz demektir. “Yüzlerini toz bürümüş”
“rehk” sarık demektir, sarmak anlamında. Yokuşları çıkarken, virajları dolanarak çıkıldığından “sarmak”…
“katre” moloz demektir, ama katrenin kökü “katran”dan gelir, zift… “Yüzlerini zift bürümüştür”
Tartışılıyor hocalar arasında: “Suratını ekşiten” nebinin karşısındaki müşrikler mi yoksa nebi mi?
“tevella” > “veli, Mevla” buradan gelir. Vadinin 2 yakasından bize yakın olana “veli” denir. “Öbür yakaya döndü” > “tevella” sırtını döndü. Müşrik önderlere tebliğ yaparken nebi, bir âmâ geliyor heyecanlı bir şekilde koşar adım. Aralarına geliyor, gözleri görmediği için ne olup bittiğini de bilmiyor, sorular sormaya başlıyor, bir istekle geliyor. Nebi de tam konsantre olmuş, anlatıyor. Bu insanları kazandığında çok şey kazanacağını varsayıyor kendi kendine; bunlar kabile-aşiret liderleri. Bunlar evet derse toplumları da peşinden merak edip Kur’an’ı okur. “bizim liderlerimiz uydu, biz de bakalım” der. Böylece bölük bölük insanlar İslam’a girer diye bir umut anlatıyor iyi niyetle. Olayın tam ortasında bu âmâ kişi gelince memnun olmuyor bu durumdan, rahatsızlık duyuyor, bir refleks olarak –art niyetle değil- yüzünü başka tarafa çeviriyor. Ama bu âmâ öyle yaptığını görmüyor. Bunun cevabı 8.ayette ver. Konu basit aslında anlamak isteyenler için. Giriş niye “Suratını astı, sırtını döndü” şeklinde?
Arapçada iltifat sanatı var, Türkçede bu yok. İltifat sanatı “sen” veya “siz”e, “o” veya “onlar” zamirini kullanmaktır. Biz bunu yazılı yapmayız ama konuşurken karşımızdakine “o” diye hitap ettiğimiz olur, kızmışızdır mesela: “ona 2 daire bana 1 daire”. Genelde öfkelendiğimizde 3.tekil zamiri kullanırız karşımızdakine. Bu bir iltifat sanatı zaten sonra dönüyor 2.tekil şahsa.
Daha detaylı cevap ayet 8: “O koşarak sana gelen” kimin? Nebinin yanına gelen… Sırtını dönen, yüzünü asan nebi. Evet, nebi günah işler, ileride daha büyük günahlar işleyecek. Ama tabi “ismet” sıfatı var ya, işlemez (!) Aklama çabalarına giriyorlar, gerek yok. Bu kadar ağır lafları niye duysun?
Bir tarafta en büyük nimetle, nebilik, resulluk ile; ilim, hikmet verilmiş, müminlerin muttakilerin lideri orada; öbür tarafta dünya liderleri orada, en zengin Mekke müşrikleri… Allah’ın tercihine bakar mısınız? Hiçbir vasfı olmayan biri orada. Biri manevi lider, biri maddi lider… “İkiniz de gidin” diyor. Evet. “Ben haklıdan yanayım, ister fakir, ister âmâ”. Rabb’imizin nebisine tepki vermesi için daha önce bunu uyarı olarak kitapta bildirmesi gerekmez mi? Yoksa zulüm olur. Diyoruz ya “biz yalnızca Kur’an’dan sorumluyuz”. Peki daha önce nebi bu konuda uyarıldı mı? 2 defa uyarıldı. Birini bilirler ama bir kısım insanlar 2.sini bilmez.
Duha 10: “Ve emmâ-ssâ-ile felâ tenher” (Sana sorana, senden bir şey isteyene köpürme, kötü davranma”.
Başka? Abese 3-4’ün müteşabihi olarak:
Ala 9-12: “Birine hatırlatmak yararına olursa o kişinin hatırlat. Saygı duyan onu hatırlayacak. Haddi aşan da ondan kopacaktır. O kişi en büyük ateşte yanacaktır”.
Çünkü nebi bir kuralı ihlal etti.
Abese 2-4, 8-10 > Ala 9-12, Duha 10
“Biz onu sana okuyacağız, sen onu unutmayacaksın”.
Muhammed Mustafa Kur’an’ın muhafızıdır, çok iyi biliyor bu ayetleri. 2 ayrı yönden ihlal yapıyor. Bu hatayı artık bizler de yapamayız, kim “yeni öğrendim” diyorsa.
Allah, nebisinden yana değil. Şu surenin yaşandığı yerde dindarların en önde olanı Muhammed Mustafa. O dönemin en zenginleri karşısındaki Mekke müşriklerinin önderleridir. Dini önder yanlış yaptı, kenara! O ihtiyaçsız zanneden şımarıklar, siz de çekilin! Rabb’imiz kimi kucakladı, kimi sardı, kime merhamet etti? Hiçbir şeyi yok, gözleri de yok.
Bazıları ekleme yapıyor buna, yanlış. En’am 51’de “Sabah akşam Rabb’ine dua edenleri kovma” diye bir ayet grubu var. En’am suresi gelmeden nebi ondan sorumlu değil.En’am 144-145’te bazı haramları iddia ettiği zaman Yahudilere “Onlara de ki, bana vahyolunan kısımda onları haram kılan ayetleri göremiyorum”. İnen kısımdan sorumluyuz, bilmediğimiz şeye niye iman ettik diyoruz ki, palavra. Bize dediler ki “inanacaksın kitaba” E ne yazıyor? Ne bileyim ne yazıyor? O yüzden %95’imizin kitap okuduğu yok, Kur’an’dan habersiz, mehcur bırakmış, anca söz sanatı, gargara…
Nebi bunu ters yönden başka bir yerde daha yapacak. Hep dini düşünüyor, din hemen bir abn önce insanlar tarafından tanınsın diye, dine zeval gelmesin diye. Bir hastalık… Nebi bundan 1-2 tane daha yaşıyor ama Kur’an’ı anlatan, tebliğ yapan insanlarda bu hastalık hiç geçmiyor. Bu hatanın ikincisi de Ahzab 37’de. Orada “insanlar ne der” diye… Burada “dine dönerler” diye, orada da “dinden soğurlar” diye susuyor, hakikati gizliyor. Ama bu hataların temelinde “İslam kazansın” var.
Bazı maddeler:
- Kur’an’ı anlatırken tercihlerimize dikkat etmek zorundayız.
- Tebliğ yapacağız diye kimseyi kırıp incitemeyiz. Öyle bir hakkı vermiyor Allah.
- Allah ne emrettiyse onu yerine getireceğiz. Emrin dışına “din adına” çıkmak ruhbanlıktır, Allah bunu farz kılmamış, bunu başaramayız.
- Tebliğ yaparken müminleri de çok ihmal ediyoruz. Düşmana saldırırken aramızdaki aç susuzları gözümüz görmüyor. Bu tebliğ eroinmanlığı…
- Rabb’imiz haklı olanın yanındadır. Haklının kim olduğunun önemi yok. Nebiye karşı bile haklı olsa Allah o tarafı seçer. Kendine karşı bile haklı olsa haklı tarafı seçer. 2 konuda iblise onay vermiştir: “Sen’in ihlasa erdirdiğin, halis dinine ulaştırdığın kimselere zarar veremem” diyor iblis. “Doğru ey iblis. Ben sadece doğruları söylerim” diyor Rabb’imiz. İblis o kadar ihanet etti, gerçeği örttü, iftira attı, “beni Sen azdırdın” dedi ama Rabb’imiz onun bir iyi, doğru sözünü öne çıkarıyor. Şu sonsuz mütevaziliğe bak. Allah, güç O’nda, her şey O’nda. Hakkını veriyor.
- Bir başka yerde daha verecek: “iblis zannında sıddık çıktı. İnsanların gerçekten de çoğu yoldan çıktılar”. İblis demişti ya: “insanların çoğunu şükreder bulamayacaksın”. İblisi doğrulayan Allah, âmânın karşısında nebinin yanında mı olur? “el Hak” olan Allah. “Bu Kur’an Hak olan Allah’tan indirilmiştir”. Taraf tutmaz; bu nebi, bu mümin diye… hayır. Kim doğruysa ondan yana Allah.
- Hiçbir felsefi metin vs. yok ki o anda yeryüzünün 2 ayrı gücü, biri manevi önder, biri paranın önderi… İkisine de gider yapan bir ilah nerede duydunuz siz?
- “Çekilin, Ben âmâdan yanayım. Sana ne onun arınmasından? Ürpererek gelmiş, görmüyor musun? Ondaki samimiyeti görmüyor musun? Öğüt alacak, uyarıyı alacak, kendini temizleyecek. Oysa öbürü şımarık şımarık duruyor orada. Duvara konuşuyorsun, görmüyor musun? Kalbi yumuşamış, gelmiş, dön o tarafa”. Ondan sonra da bu konuda nebiye hiçbir uyarı yok.
Bağlantılar
- Abese 2 > Abese 8 (Âmânın kimin yanına gittiği) > Enfal 67 (Nebiye uyarı, nebi büyük azabı hakketti)
- Abese 1 (asık surat) > Müddessir 22 (yüzünü buruşturdu) > İnsan 10 (biz asık suratlı bir günün dehşetinden)
- Abese 1 (sırtını döndü) > Leyl16
- Abese 19 > İnsan 2, Yasin 77, Bakara 38, Secde 8-10
- Abese 17 > İbrahim 34, İsra 67, Hac 66, Zuhruf 15
- Abese 25-32 > Ra’d 4, Yasin 34, En’am 99, 141, Nahl 11, 37, Müminun 9, Kaf 10
- Abese 34-37 > Rahman 29 (şe’n)
- Abese 37-42 > Kıyamet 22-25, Yunus 26-27, Al-i İmran 106-107, Mülk 27, Kalem 43, Ğaşiye 2-16
- Abese 33 > Yasin 29, 51, 53, Zumer 68, Kaf 44, İnfitar 4
- Abese 9 > Taha 3, 108, Zumer 23, Haşr 21, Al-i İmran 199, İsra 103, Hadid 16
- “huşu”; sonbaharda toprak üzerinde olgunlaşmış kuru ot. Bu kuru otun çıkardığı sesten ürperen kişilere “huşu duydu” denir, taa oradan…
- Kök anlamının geçtiği ayet: Fussilet 39
0 Comments
Yorum Gönder