33. HÜMEZE SURESİ

osman polat hümeze suresi

Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla

  1. Sürekli iğneleyici ve kapalı konuşanların tümüne uçurum var.
  2. Böylesi malı biriktirir ve sayar da sayar.
  3. Malın kendisini ölümsüzleştireceğini hesaplar.
  4. Hayır, hayır. O, çöp yığınının / Hutame'nin içine fırlatılıp atılacaktır.
  5. Hutame / çöp yığını nedir, sen ona nasıl ulaşacaksın ki?
  6. O, Allah'ın tutuşturduğu ateştir.
  7. Beyinlerin üzerine kadar erişir.
  8. Üzerlerine kapanıp kilitlenmiş
  9. Kirişli direklerin içindedir.

Kavramlar, Kök Anlamlar

  • "veyl" kelimesi "beyne" kelimesinden türevdir. "uçurum" demektir. Türkçeye "vay" diye çevrilmiştir bu. "vay başımıza gelenlere, vay başımıza" gibi ifadeler "veyl" kelimesinin kısaltılıp Türkçeleşmiş ve yerleşmiş bir kalıbıdır. "vay" dediğimizde bu bir pişmanlık ifadesidir. Kelime aslında şu anlamda kullanılır: Bir şeyin doğru olduğunu zannedip peşine gideriz gideriz ve aslında çok yanıldığımızı, beyhude bir çaba harcadığımızı öğrendiğimiz anda pişmanlık sözü, tepkisidir.
    Birkaç kalıbı:
    • "feveylun lilmusallin" Maun 4
    • "veyleti" Maide 31 (veyleta)
    • "veyleta" Furkan 28
    • "veyletena" Kehf 49
    • "veyleke" Ahkaf 17
    • "veylekum" Taha 61
    • "veylena" Yasin 52
  • "kul, kullu"; "bütün" olarak söylenir.

"kelâ" kelimesinden türevdir. Etrafı çevrilmiş çayır. "kulli, kullu, vAllahu ala kulli şey'in kadir / kulli şey'in şehid, kulli nefsin" gibi kullanımlar vardır. Bir şeyin bütünü.

"el" takısıyla gelirse, bir şeyin, birinin bütün cüzlerini parçalarını ifade eder. Belirsizlik üzere gelirse bir türün bütün fertlerini ifade eder. Burada "Hümeze ve lümeze yapanların tümüne uçurum var" diye sesleniyor, bütününü kuşatıyor.

  • Bu "hümeze ve lümeze" yapmayı alışkanlık haline getirenlere veyl olduğunu unutma! Bunu sürekli yapan, bunu sanat haline çevirmiş, hayat tarzı haline getirmiş kişilere uçurum var diye sesleniyor. Bu kelime "arkadan çekiştirme" değil. Arkadan çekiştirmeye Kur'an'da "gıybet" deniyor. Birinin gıyabında, "kayıp" kelimesi oradan. Bir kişi orada yokken, onun hatasını, yanlışını arkasından konuşmaya "gıybet" denir.
    • "humez"; dürtmek için kullanılan sivri biz. Süvarilerin, jokeylerin atları harekete geçirmek için kendi ayaklarında kullandıkları çizmelerin topuğundaki küçük parçalar, aparatlardır. Atı mahmuzladığınızda canını yakarsınız, o iğne gibidir, karnına battığı zaman 2 taraftan at harekete geçer. Buradan benzeşme yapılarak: "can yakıcı, incitici, yaralayıcı, iğneleyici konuşmak". Bunu alışkanlık haline getirenlere, bu işi yapanlara "humez", bu işe de "humeze" denir. Öyle insanlar vardır aramızda, sürekli iğnelemek üzere hayat kurmuştur, gelene geçene sataşır, laf vurur, canını yakar, onun zaaflarından faydalanır; o fakirse fakirliğini yüzüne vurur, garipse garipliğini vurur, sakatlığı varsa sakatlığını yüzüne vurur. Sürekli iğnele, sürekli laf vurma demektir. "hemze" kelimesi de buradan gelir, "elif"in diğer bir biçimi olan "hemze"
    • "lemz" > "remz, rumuz" Türkçede "rumuz" işaret demektir. "gizli konuşma"... İnsanlar kendi isimlerini kullanmadıkları zaman "rumuz" isim kullanırlar, özel işaret demektir. Parola gibi; tarafların, iki tarafın anlayacağı şeye "remz" denir. Farkı nedir? Bu da işaretli konuşmadır. "lumeze", "remz"den dönüşmüş bir kelimedir. "kapalı konuşma" anlamı taşıyor. Ama nasıl bir konuşma tarzı?
    • Hem karşı tarafı suçluyor, hem de bu konuda yargılanmamak, suçlanmamak için açık ifade etmiyor. Kapalı bir anlatımla sürekli insanları suçlar, hakaret eder, kapalı bir üslupla sürekli laf sokar ve insanları oraya çeker; o kişi hakkında suçlayıcı düşünmeye teşvik eder. Ama der ki: "ben öyle bir şey kastetmedim". Kalbin eğildiği, yamulduğu, kasten yapılan bir eylem biçimidir ve bir sanata dönüşmüştür. Özellikle siyasette vardır bu, bu ülkenin siyasetinde bolca bulunur, har tarafın birbirine kullandığı bir argümandır. Mesela suç olmayan bir şeyi suçmuş gibi anlatır. Mesela; "Türküm" dersin, adam "ırkçılık yapıyorsun" der. Ama sorsan suçlamıyordur. Öyle bir anlatım tarzıdır ki bu tam bir taktiktir, siyasi bir taktiktir. Bunları demagoglar, spekülatörler kullanır, iyi hatipler yapar bunu. Niye yaparlar? "Böylesi malı biriktirir ve sayar da sayar ve o malın kendisini ölümsüzleştireceğini hesap eder" Demek ki aynı kişinin bir özelliği var; bunlar zengin. Parayı biriktiren yeryüzünün sermayesi. Bunlar insanın fakirliğiyle, sınıfıyla vs alay ederler sürekli. Hem laf vururlar, hem manipüle ederler.
  • "cem" > "cum'a"; yumruk demektir, sıkılı yumruk. Aynı duran parmakların birleşmesi "cum'a"dır. Malın toplanmasından bahsediyor ayet. Allah insanların çalışıp mal kazanmasını ve o malı harcamasını, paylaşmasını sevap, hayır, güzellik kabul eder. Ama bir şeye günah der; malı stok yapıp, elde tutup paylaşmamak... Neden? Sermaye, kapital, para bir grup emperyalist bir ailenin elindedir bugün. Para, finans, yeryüzünde küçücük, en fazla 5 bin kişinin elinde bugün dünya sermayesinin %90'ına yakını. Tutmuş mu, tutmuş. Sayıp da sayıyor mu, sayıyor. Yeryüzüne sürekli hakaret ediyor, aşağılıyor mu? Aşağılıyor. Paylaşmıyorlar, insanları kendilerine mahkum hale getirmek istiyorlar. Yönetme tutkusu, ölümsüzleştirecek ya o mal kendini. N'apıyorlar, mallarıyla insanlara hükmetmek için humeze ve lumeze metodlarını kullanıyorlar. Bunlara karşı direnen yiğitlere de humeze ve lumezeyle saldırıyorlar. Mesela resule ne diyorlar? "Bu mu, Allah zikri buna mı indirdi aramızdan?" İşte bu humezedir. "Beşere bir şey indirmiş, şaşılacak şey!" Bu da lumezedir. Humeze direk ateş etmek, lumeze de kapalı üslupla insanları o yiğit kişilere karşı kışkırtmaktır. Onların karakteriyle, şerefiyle, namusuyla, iffetiyle, güvenilirliğiyle oynamak için yapılan söz oyunudur.
  • "mal"; eğik ağaç demektir. Yani "yönelmek, eğilmek" demektir.

    "meyl" kelimesi buradan gelir. "Oraya meyletti, sağa doğru meyletti, kalbi birine meyletti".
    "mal" insanların değer verip yöneldiği her şeydir.
  • "adet" > "idet"; toplayıcılık zamanında, meyvecilik, tarım zamanında meyve toplayıcılarının liderlerine verdikleri paydır. Bugün de "vergi" anlamında kullanılır. "adet" sayı da buradandır.

    "aidat" ödemek vardır, buradan gelir.
    "iddet" de buradan...
  • "hesap" > "hisbe"; okun nişangah kısmına denir. Silahta gez-göz-arpacık vardır ya, nişangah... Tam o kısım, ayarlanır. Mesafeye göre arpacığın yukarı veya aşağı doğru tutulması gerekir. Bunu yapan kimse hedefi vurur.

    "hesap etmek"; böyle zannetmek demektir. Bir hesap yaparsınız göz kararıyla, ateş edersiniz. Tutarsa tutar, tutmazsa tutmaz. Dolayısıyla olası bir hesaplama olduğu için nişan hedefi bulabilir de bulamaz da. Yani "hesap" kelimesi burada. "zan" ile benzeşen yanı vardır. "öyle hesapladım, tutmadı". Kesinlik ifade etmez.

    "Yoksa siz sınanmadan, denenmeden Cennet'e gireceğinizi mi hesaplıyorsunuz?" Yanlış bir hesap içindesiniz; doğru, yeterli hesaplamadınız bir daha dönün, hesaplayın, bir daha doğru dürüst hüküm verin demektir.

  • "huld" > Ahzab 65: "hâlidine fîha ebedâ"

    Ölümsüzlük ifade eder. Nereden türemiş? Yağmurun, karın yıpratamadığı dirençli kaya parçalarına "huld" denir. Sonraları ölümsüz olmak anlamında kullanılıyor.
    "hâlidine fîha ebedâ" (Orada süresiz, ölümsüz şekilde kalacaklar)
    Servet sahibi insanlar kendilerini ölümsüz, yenilmez, hastalanmaz zannetmeye başlarlar. Elindeki güç onu heva ve hevesini ilah edinmesine doğru götürür.

  • "kellâ" > "kâne lâ"nın kısaltması.

    "Öyle değil, öyle olmaz" demektir.
    "kellâ" vurgulu bir ifadedir; "hayır hayır" da denebilir, "hayır, hiç de öyle hesapladığınız gibi değil" de denir. Bir şeyi değillemektir.
  • "nebz"; köpük demektir. Mayalanmak, fırlatılıp atılmak demektir, oradan türemiştir.
    Mayalanmak için ateşin içine fırlatılıp atılmak...

  • "hutame"; kuru ot demek aslında. Kur'an'da kuru ot demektir.

    "hatab" kuru odun demektir.
    "hammalete-lhatab" Tebbet 4 (Eşi de ona kuru odun taşıyacak)
    Eskiyip samanlığa atılan mallar gibi. Allah'a isyankar kişinin de yanan bir çöplüğe atılacağını ifade eder.
    "Senin bugüne kadar biriktirdiğin mallar. Ben'im gözümde çöplüktür" diyor Allah.
    Hani: "O biriktirdikleri altın ve gümüş, aynen onlara ateş olarak; karınlarına ateş dolduruyorlar" diyordu ya, onun ayeti bu işte. (Nisa 10, Bakara 174)
    "O mal diyerek taptığınız, Ben'i terkettiğiniz, sonra bir dünya altın da olsa fidye vermeye kalktığınız o malın içine sizi aynen atıyorum, o çöp yığınının içinde mayalanmayı bekleyin".
    Al-i İmran 91, Maide 36, En'am 70, Yunus 54, Zumer 47, Mearic 11-14, Ra'd 18
    Burayı dikkatle tefekkür edin.

  • "edrake" > "diraye" saç demektir, "dirayet" buradan gelir. Saç tarağı için de kullanılır.

    Saça düşmek, ulaşmak demek, anlamaktır.
    Bizle dalga geçerler: "jeton yeni düştü, başına yeni geldi, daha yeni anlıyor"
    "dirayet"; ulaşmak demektir. Bir şeyin anlamına ulaşmak "edrake"; "müdrik, idrak etmek"

  • "vekd" > "vekud"; yakıt demektir. Türkçeye de aynen geçmiştir, "vekud" yakıt

  • "elleti" > "ellezi"nin müennesi, dişil ifadesidir.

  • "tulu" > "tela"; fiil olarak açılmak, tomurcuklanmak demektir. Güneşin doğması için kullanılır. "dalael" kelimesi buradan gelir (Taleal Bedru ilahisi)
    Bir bilginin güneş gibi akla doğması, akla ulaşması... Aklın erişmesine de denir, aklın bilgiye erişmesine de denir.

  • "fu'ad" > Kur'an'da çok kritik bir kelimedir. Maalesef pek de ilgilenilen bir şey değil. Çünkü akıl, kalp, fuad bunların hepsi aynı zannedildiği için...


    Azerbaycan Türkçesi çok iyi incelenmesi gerekir. "azer" kelimesine dikkat; İbrahim nebinin babası, o toplumun lideri. Taa Akadça'ya gider bu işin kökü. Azeri Türkçesi'ndeki birçok kelime Kur'an'daki kelimelerin Türkçe karşılığı olarak tam oturur. Sebebi de Akadça'dan besleniyor olmasıdır kök olarak.

    "fu'ad"; somun ekmek demek. Trabzon somun ekmeğini tefekkür edin; ortadan bir çizgi, 2 yanı vardır. O ekmek beyne benzer, sağ ve sol tarafına bakın, aynı insanın beyin yapısıdır. "fu'ad" kalp değildir, akıl değildir. "efide" diye geçiyor, çoğul. "fu'ad" kelimesi beyin demektir.
    "Beyinlerinin üzerine kadar erişir o ateş"

  • Allah bize bir şey bildiriyor. Biriktiriyorsun ya o malı, biriktir. Altını, gümüşü biriktiriyorsun ya, seni o malın içine atıp orada yakıyor. "Seni ancak bu mayalar" diyor. Hadi şimdi ne işine yarayacak?

  • Şöyle der o gün insan: "Gitti saltanatım. Malım beni terketti, dostlarım terketti, kaldım tek başıma". "E şirk koştuklarını yanında göremiyoruz, nerede şefaatçıların? Onlar da yok. Fert fert huzuruma çıktınız mı? Çıktınız. E Ben'den başkasına kulluk etmeyin diye sizi uyarmadım mı?" Uyardın Rabb'imiz. "Siz ne yaptınız? Nefsinizi, hocanızı rab edindiniz, doymadınız; melek, cin, nebi ne bulursanız şeyh şıh taptınız. İyi".

  • "esad"; kapısı kapatılıp kilitlenen yer demektir.
    "mu/sade"; kilitlenmiş, kapanmış anlamına gelir.

  • "amd" > "hamd" saray demektir.

    "amd"; direk demektir.
    "abd"; o sarayın başında kendisini Rabb'inin kullanımına vermiş kişidir.
    "Hamid, amd, abd" hepsi Kur'an'da geçiyor.
    "amd" direk ama nasıl bir direk?

  • "meded"; kiriş demek.

    "Kirişleri olan direklerin içinde" Cehennemi anlatıyor Rabb'imiz.

  • "Hutame'dedir onlar, o ateşte mayalanırlar ve aklın üzerine kadar tırmanır o. İnsan aklını kuşatır." Beyni yakan bir şey var orada. Cehennem tasviri var.