34. İNSAN SURESİ
Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla
- İnsan üzerinden, zamandan uzun bir süre geçti değil mi? Bu sürede o, anılmaya değer değildi.
- Biz insanı iki renkli karışım iplik barındıran bir suyu yararak var ettik. Yıpratarak denemek için onu işiten ve gören kıldık.
- Ona yumuşakça yolu gösterdik, ister şükreder, ister üzerini örter.
- Biz kafirler / örtenler için zincirler, demir gömlekler ve alevli bir ateş hazırladık.
- Ebrar / etkili iyilik yapanlara ise karışımı kafur olan bardaklarla ikramda / sunumda bulunacağız.
- Bir pınardır ki o, oradan Allah'ın kulları içer, o fışkıran kaynağı istedikleri yerden fışkırtarak içerler.
- Onlar adaklarını / sözlerini tutarlar ve ateş parçalarının her yeri kapladığı bir günden korkarlar.
- Çaresizleri, yetimleri, esirleri severek doyururlar.
- Biz sizi sadece Allah'ın vechi için / O'na yönelmek için / biz O'na yönelelim, O da bize yönelsin diye doyuruyoruz. Yoksa sizden bir karşılık ya da bir teşekkür beklemiyoruz.
- Çünkü biz, Rabb'imizden korkarız, asık suratlı paramparça eden günden.
- Allah onları o günün ateşinden korumuştur ve onlara surûr / sevinç ve mutluluk sunmuştur.
- Direnmelerine karşılık cennet ve hürriyet vardır.
- Onlar orada koltuklara yaslanırlar, güneşin yakıcı sıcaklığını ve dondurucu soğukları görmezler.
- Gölgeleri ağaçların üzerine eğilmiştir, salkımlar aşağı doğru eğilir.
- Çevrelerinde gümüş tepsiler, billur bardaklar dolaştırılır.
- Her biri o gümüşle kaplanmıştır, içeceklerinin miktarını da kendileri belirler.
- Zencefil karışımı sular kendilerine bardakta dağıtılır.
- Su, selsebil adındaki bir pınardandır.
- Çevrelerinde ölümsüz erkek hizmetçiler tavaf eder / dolaşır, onları gördüğünde ortalığa saçılmış inci taneleri diye hesap edersin / düşünürsün.
- Orayı / o cenneti gördüğünde nimetleri ve büyük bir mülkü görmüş olursun.
- Üzerlerinde elbiseler yeşildir, işlemesinde altın ve gümüş olan ince ve kalın ipekten ve Rab'leri onlara tertemiz bir içecek içirecek.
- İşte bunlar sizin yaptıklarınızın cezasıdır / karşılığıdır, çalışıp çabalamalarınıza karşılık bir teşekkürdür.
- Bu Kur'an'ı sana indirdik, peşpeşe indirişle.
- Rabb'inin hükmü gereği dirençli ol / sabret, esim olanlara / günahlar, yanlışlar içinde olanlara da, örtenlere de boyun eğme.
- Sabah akşam Rabb'inin adını hatırla / zikret.
- Gecenin bir bölümünde O'na secde et, gecenin uzun bölümünde de O'nu tesbih et / O'na yönel, yaklaşmaya çalış.
- Onlar acil olanı severler, önlerindeki ağır günü görmezler.
- Onların bağlantı noktalarını Biz sağlamca var ettik, inşa edeceğimiz zaman geldiğinde de benzerleriyle değiştiririz.
- Bunlar hatırlatmalardır, yapılması gerekeni yapan kimse Rabb'ine doğru bir yol edinir.
- Ama Allah gereğini yapmazsa / inşa etmezse siz yapmanız gereken şeyleri yapamazsınız. Allah Alim'dir, Hakim'dir.
- O; emredileni / yapılması gerekeni yapanı rahmetine katar, yanlış yapanlar / karanlıkta olanlar için de sıkıcı, kötü bir tadış vardır.
Kavramlar, Kök Anlamlar ve Tevil Bağlantıları
- “insan” > “üns” kökünden gelir. Ok yayının iç tarafına “üns” denir, dış tarafına da “vahş” denir (insan ve vahşi). Bunun çoğulu “ünas”tır.
"dehr" > Farsça'da "zaman" (Araplar bile artık kullanıyor)
İbranice'de "semane"
“dehr”: Yağmurun yağmasıyla toprağı alıp götürmesi, erozyon. Neden bu kelime böyle? Rabb’imiz neden bunu kullandı?
Kök anlama baktığımız zaman şu çıkıyor: Zaman önüne kattığı her şeyi sürükleyip götürüyor. “Zamanla eridim bittim arkadaş ya. Zaman silindir gibi üzerimizden geçti. Zaman insanı nasıl yıpratıyor”.
Zaman içinde yoğruluyorsunuz.
Zamanın başı-sonu nedir? Bu felsefede, felsefi ekollerde ciddi bir tartışma konusudur. Zaman ve zaman dışı… senkron, diyakron…
Varlığın başlangıç ve sonuna kadar olan süreye “dehr” denir.
Casiye 24: “Bizi dehr öldürür, dehr diriltir” > “Bizi zaman öldürür, zaman diriltir” İnsan 1 > Casiye 24
“Zaman vardır, dünya hayatı vardır, ölür gideriz, ötesi yok” diyorlar orada. “Dehr yapar bu işi, bizi dehr sürükler”. Tamam dehr yapar da, dehrin sahibi kim? İşte orada tartışmalar var. Birileri de diyor ki haşa: “Allah zamaniçi bir varlıktır”. Tabii bu içerden bakış. Bir balık akvaryumun içinden bakarken oradan görür her şeyi, öyle zanneder. Empati kurar, kendisine benzetir. Haşa Rabb’in üzerine güneş doğar mesela; 1 hafta oldu, 1 ay oldu, 1 yıl… öyle zannediyorlar.
“Günleri aranızda döndürüyoruz” diyor. Günü döndüreni güne mahkum edemezsin. Seni zamanın içine kodlayanı zamana mahkum edemezsin.
“E bizim bilemeyeceğimiz bir zaman…” hayır. Evvel’dir O, Ahir’dir. Esmayı bilmek gerekir. Öncesiz’dir, Sonrasız’dır. Bu cümle de sen anlayasın diyedir.
“Hiçbir şey yokken sadece O vardı” diye sorduğunda herhalde bütün mümin olanlar, biraz Kur’an’a kafa yormuş olanlar derler ki: “Evet, doğru. Yaratıcı yaratılandan öncedir”. Öyleyse neyin O’ndan önce evveli ahiri olsun ki? Hiç kimse yok. Bunlar sen anlayasın diye söylenmiş sözler. Kur’an ile ilgili en kritik cümlelerden biri Kur’an’ın kolaylaştırılmış bir kitap olmasıdır. Ya Rabb’i niye kolaylaştırdın Kur’an’ı? Sen anla diye yapıyor, açıklıyor, senin seviyene indiriyor.
- “lisanen arabiyyen mübin” > Arapça açık, net bir kitap. Bu kelimelerin hepsini Rabb’imiz seçiyor, bazılarını nebi seçmiyor birilerinin dediği gibi. O bizim kavramlarımıza karışır. “ra’inâ demeyin, unzurnâ deyin”
- Bazı şeyleri “demeyin” dediği gibi bazı şeyleri de “deyin” diyor. Kehf 23-24: “Yarın bir iş yapacağım deme, inşaAllah de”. “Ben inşa etmezsem, sen o evde oturamazsın ki”. Müteahhit binayı inşa etmemiş, 3.katta oturabilir misin olmayan o evde? Yarın diye bir şey yok, onu yaratan Allah’tır. Senin hayatın devam edecek diye bir şey yok, sana ömrü 1 gün daha ekleyen Allah’tır. “inşaat” kelimesi de oradan; “şâe”
- Allah hiçbir şeyin kendisini kuşatamadığı, ama kendisinin her şeyi kuşattığı “Muhît” olandır. O ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.
- “Gökler yer yaratılmamışken Biz gökleri yeri 6 günde yarattık” diyor. Bu da çıkmış şöyle diyor: “Demek ki Allah için de bir zaman var”. Hayır, Kur’an kolaylaştırılmış bir kitap, sen anla diye söylüyor. “yevm” aynı zamanda uzun bir dönemdir. Göklerin yerin yaratılışı kaç milyar yıl sürmüş bilim insanları biliyor bunu.
“hîn”: Bir şeyin ortaya çıkması, olgunlaşması için, gelişip serpilmesi için gereken süredir.
“İnsan üzerinden, zamandan uzun bir süre…” O uzun süre dediği “hîn”dir.
Meryem 9, 67
Allah bir sözü söyledi mi, orada bırakmıyor.
“hîn” kelimesi > Bakara 36, 177, Maide 101, 106, Araf 24, Yunus 98, Hud 5, Yusuf 35, İbrahim 25, Nahl 6, 80, Enbiya 39, 111, Müminun 25, 54, Nur 58, Furkan 42, Şuara 218, Kasas 15, Rum 17,18, Yasin 44, Saffat 148, 174, 178, Sad 3, 88, Zumer 42, 58, Zâriyat 43, Vakıa 84, Tur 48, İnsan 1
“nutfe”: Duvardan aşağı doğru akan sıvı damla. Ne derinlik var, duvardan aşağı, duvara tutunarak… Rahme varabilen zigot. Tıp dilinde “morula” diyorlar.
“nutfe” > Kehf 29, Hac 5, Müminun 13-14, Necm 45-46, Kıyamet 37-40, Abese 18-19
“emşâc”: İki renkte karışım iplik barındıran. Kelimenin anlamı bu. İki renkten eğrilen ipliğe “mşc” denir. Hem çoğul kullanıyor hem ikili bir şey var.
İnsanda hücre sayısı 30-40 trilyon. Her bir hücrede 3,2 milyar nükleobaz (çift iplik – emşâc) var. 40 trilyon x 3,2 milyar = ?
“Biz insanı iki renkte karışım iplik barındıran bir suyu yararak var ettik”
“şükür”: Sütle dolu memedir. Annenin memesi sütle doluysa evladını yeni doğurmuştur. Anneler söyler, yeryüzünün en büyük mutluluğu bir annenin evladını emzirmesidir. Bütün varlığıyla bunu yapar, görevidir ama duygusal olarak da bunu çok ister.
Bu örnek çok ilginç. Siz Allah’ın size verdiği nimetlere karşı ya şükredecek ya üstünü örteceksiniz. Sütle dolu meme şu demek: Bütün varlığınızla can-ı gönülden bu emzirmeyi yapmak. “Allah’a karşı böyle bir harekette bulunun” diyor.
“O ne şükreden kuldu, o ne güzel şükrederdi” dediği zaman:
“O tıpkı bir annenin evladına karşılıksız, annelik olarak yapmak istediği o müthiş duyguyla hareket eder”.
Allah’ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz. Ya Rabb’i, biz nasıl cevap vereceğiz sana? Biz Allah’a cevap veremeyiz. Bizim vereceğimiz cevap ancak “şükretmeye çalışmak” olur. Biz Allah’a hakkıyla şükredemeyiz. Niye? Nimetlerini sayarken bitiremiyoruz, nasıl teşekkürle geçecek ömür? Ömür biter, şükür bitmez. O zaman şükür, mahcubiyettir. Şükür, Allah’ın sana kendisine hakkıyla şükretmeni engelleyecek kadar sonsuz mütevazı olduğunu anlamandır. Senden-benden istediği saygıdır. Sözlerine, ontolojiye, fıtrata saygıdır. Bunu ister Allah, bir mahcubiyet ve sürekli hazır olmak…
“lebbeyk, Allahumme lebbeyk”
Neml 19: “Rabb’im, bana ve anne-babama verdiğin nimete karşılık Sana teşekkür edebileceğim bir amel, bir iş bana verir misin ben onu yapayım?”
Nahl 18: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız bitiremezsiniz, O Gafur’dur, Rahim’dir”.
Saymakla bitmeyen şeyin karşılığını nasıl vereceğiz?
Nasıl çevirmişler? “karışımlı bir şey”. Ne bu ya, çorba mı karıştırıyorsun? Bilim yok bilim! “İki renkte karışım iplik”ten bahsediyor. Arap kadınları biliyor bunu; bu bir örgü, iki iplikten kazak örüyorsun, mavi-kırmızı içiçe…
- “selsele”: zincir
- “ğille”: iç gömlek, damar demek.
- “meze”: bal şerbeti. “mizaç” kelimesi oradan geliyor. Karakter diye söylenir, kişinin özü…
- “esir”: kayış
- “kamterir” > “katera”dan gelir. “Parça parça olmuş” demektir.
- “nadre”: kalıplanmış altın
- “zemherir” > “zemheri aylar geldi” der büyükler. Her yerin karla kaplı olduğu zamana denir. “Orada ne güneş görürler ne de karla kaplı soğuk hava”
“zelil” > “Allah dilediğini aziz eder, dilediğini zelil eder”. “aziz” üstün demek.
“zelil” de eteğin alt kısmıdır. İnsan elini meyvelere salkımlara uzatmuyor cennette, onlar eğiliyor. Ağacın dalı, ucunda salkım, aşağı eğiliyor; hazır, sana doğru, eline doğru. Neden?
İnsan, Allah’a varmak için çabalamak isterse Allah “Bana varacak yollara ulaştırırım seni. Ben vaadimden dönmem” diyor.
“Onlar yaklaştırılanlardır” diyor, “mukarrebun”
“Cennetin nimetleri eğilip eğilip ağzına kadar geliyor, “Sen yorulma, sen rahat ol”
Anne gibi beslemek bu. Anne gibi besliyor kulunu. Neden?
- “Yaptıklarınıza karşılık olarak Ben de teşekkür ederim”
Allah “Şekur”dur. O yüzden Allah kullarının küfrüne razı olmuyor. Ama bu bir sınav, karışmıyor. “Dinde zorlama yok” diyen Allah karışır mı? Niyeti iyi olanlara, kalplerinde eğrilik olmayanlara Kitap’ı işittiriyor. Kalplerine imanı yazıyor, imanı süslü gösteriyor. Öbürlerine de yaptıklarını süslü gösteriyor ve ceza veriyor onlara. Çünkü kalplerinde iyilik yok. “Bu kitap beni düzeltsin, çabalayayım” derdi yok. “Bu kitaptan ne üretirim, ne tüketirim, kimi harcarım” onun derdinde. “Ne hava atarım, bu bana statü sağlar mı?” Senden ne hayır gelir ya, Allah Kitap’ı sana niye açsın ya? Sana Zuhruf 36-37’deki cezayı verir.
- “kutuf”: salkım
- “tavaf”: çeper, çember. “tayfun” da burdan.
- “fidde”: gümüş
- “kevarir”: kaplama malzemesi
- “selsebil” > “sebil”in başına “sel” getirilerek oluşturulması.
- başka > bambaşka, doğru > dosdoğru, tamam > tastamam
- sebil > selsebil: fışkırdıkça akan bir pınar.
- “lu/lu”: inci
- “sundus”: hint kumaşı, ipek, işlemesinden altın ve gümüş varsa ona “sundus” denir.
- “berk”: şimşek
- “ceza”: Bir şeyin karşılığı. “cizye” vardı Osmanlı’da. Bir iyilik yapılır, karşılığında bir şey ödenir. Kur’an-ı Kerim’de “ceza” hem yanlış yapanlara karşı, hem iyilik yapanlara karşı kullanılır. Türkçede ceza hep olumsuz kullanılır, ceza karşılıktır. İyi de olur, kötü de.
-
“bukraten ve asîlâ”
- “bukra” > “bakir-bakire” “bukra”: sabah > “bakir-bakire”: hayatın baharında demek.. Bakire kız dediğimizde bu şudur; hayatının sabahını yaşıyor. Hayat bir gün gibidir; sabahı vardır, duhası, öğleni, zevalden aşağıya 40’ından sonra hastalıklar başlar gider, ikindi, akşam, yatsı ve karanlık…
- “asîlâ” > “asıl”. Yaratılışta önce karanlıklar vardır. En’am 1, Fussilet 11
-
“zulumati vennur” > karanlıklardan aydınlığa
“Duman halindeki göğe yöneldik” > dumandı, karanlıktı; ışık, yıldız yok.
-
“tivel”: hayvanın çadırda bağlandığı ip. “tevil”in kökü
- “ekale”: iki şeyi birbirine bağlayan şey “akıl” bağlamak, “tevil”: bağlantı ipi
- Terziler diyor ki: “biz buradan kol dikiyoruz, parça parçadır”. Ama insan vücudunda dikiş, çizgi yoktur, yekparedir. Öyle sağlamca yaratmış.
- “İki renkte karışım iplik” > Zumer 23: “mesani, ikişerli” muhkem-müteşabih. Niye ya Rabb’i? “akıl ikisini bağlasın, bağlarken de tilavet olsun” Al-i İmran 7: “Onun tevilini sadece Allah bilir”. Sen kafana göre tevil yapma, git o ayetleri birbirine bağla. Çıkan sonuç Allah’ın hükmüdür, korkma. “Hata olursa?” > “Hataya bir günah yoktur, hataya karşılık bir ceza yoktur” diyor. Allah kalbin kastettiğine günah yazıyor.
“acile” > Musa nebi Tur’a gidip döndüğünde toplumu buzağıya tapıyor. İşte o “acile”; “acil iş, acil servis” buradan.
“icle”: buzağı, dana yavrusu- “elem”: ayakkabı topuğunun sıkması
“azab”: kötü tadış
“azaben elimâ”: can sıkıcı kötü tadış.“ebrar” kimlerdir?
Bakara 177, İnsan 5, Mutaffifin 22, İnfitar 13, Al-i İmran 193, Rum 41- “surur”> “serra”: kanepe şeklinde koltuk. Üzerine oturup dinlenmekten ortaya çıkan sevinç.
“sırr”: o kanepenin altına bir şey saklamaktan… “sır”
0 Comments
Yorum Gönder