KUR'AN'DA TEK GEÇEN ESMALAR (1)

kur'an'da tek geçen esmalar

Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla

4 isim Hadid 3’te geçiyor sadece. Kalan 6 isim de Haşr 23-24’te geçiyor.Hadid 3: “O Evvel’dir, Ahir’dir; Zahir’dir ve Batın’dır ve O her şeyi bilendir”.İkili isimler arasında “vav” harfi genelde görülmez. Tevvab Rahim, Vahid Kahhar, Rahman Rahim, Gafur Rahim. “vav” kullanıldığı yerler birbirine zıt isimlerdir. “zul Celâli vel İkram”. Azabından bahseden “Celal” ile, güzellikleri sunularından bahseden “İkram”…

  1. “el Evvel” > “evele” kökünden, kaldıraç demek. Buradan yola çıkarak “çevirmek ve başa döndürmek” demek. Başlangıç, ilk, önce anlamı taşır. Burada “ilk” anlamı vardır. O İlk’tir, O’ndan önce varlık yok. “me’al, te’vil” kök olarak buradan gelir. “ulil, ulul elbab, ûlâ” da buradan. Bu işin ilk sahipleri…
    Evvel kelimesi Kur’an-ı Kerim’de “ilk” anlamıyla 23 defa yer alıyor. Ama Allah’ın esması olarak “el” takısıyla sadece Hadid 3’te geçer.
  2. “el Ahir” > “uhur” kökünden, ense demek.“uhra” sonraki, “ahir” son, “ahiret” sonraki hayat demek. 154 yerde geçer “Ahir, ahira, ahiret” türevleriyle. “Allah İlk’tir ve Son’dur. Öncesiz’dir ve Sonrasız’dır”. Kendisinden önce hiçbir varlığın olmadığı varlıktır, Kendisinden sonra hiçbir varlığın olmayacağı varlıktır. 1 kere geçiyor bu esma, çünkü O Son, ikincisine gerek yok. Tıpkı “ez Zahir ve el Batın” gibi. İç ve Dış. İçinde ve Dışında. Kur’an-ı Kerim’de 500’den fazla ayete bu konunun detayları yayılmıştır. Esma-i Husna, Allah’ın kimliğidir.
  3. “ez Zahir” > “zahr” arka demektir.
  4. “el Batın” > “batın” karnın dıştan görünüşüne, “zahir” ise karnın arkasındaki kısma denmiştir. Sonraları “batın” iç, görünmeyen manasına, “zahir” ise sırt, dış, görünen manasına gelmiştir.
    “İlk” ve “Son” O’dur, “İç” ve “Dış” O’dur; ayetleriyle görünen O’dur, zatıyla O’nu göremezsin, “Batın” O’dur.
    Kur’an-ı Kerim’de bu konuda 4 ikili vardır Zahir Batın‘ın yanında kullanılan. Bunların hepsi başka başka anlamlara gelir. “Zahir Batın”, “Gayb Şehadet”, “Sır Aleniyet”, “Cehr Hafi”
    “zahir” türevleriyle 59 yerde, “batın” 25 yerde geçer. Ama ikili olarak Rabb’imizin esması şeklinde sadece Hadid 3’te geçer bu 2 kavram.
  5. “el Musavvir” > “musavvir” değişik kalıplarla 9 yerde geçer, Rabb’imizin esması olarak sadece Haşr 24’te geçer. “sad, vav, ra” harflerinden oluşan bu kelime ne demek? Eğilmek, eğmek, yatkın yapmak, yöneltmek, bağlamak. Geçtiği ayetlere baktığımızda “musavvir” programlayan demek. “savvera” olarak çok geçer; Bakara 260, Mümin 64, Araf 11, İnfitar 8
    Haşr 24’te “hâliku-lbâri-u-lmusavvir” olarak geçmesi boşa değil. Haşr 23-24’te 3 tane üçlü esma vardır. “Halik, Bari, Musavvir”, “Selam, Mümin, Müheymin”, “Aziz, Cabbar, Mütekebbir”. Ayrı ayrı tefekkür etmek lazım bu üçlüleri.
  6. “el Selam” > “sülem” merdiven, “selem” hayvanların çıkamayacağı yüksek kaya. Çobanlar azıklarını bu kayanın üzerine bırakırlar, böylece azık selamette olur. Sonradan türeyerek “silm” barış kalıbı da gelmiştir.
    Kök anlamıyla ayet: Enbiya 69; İbrahim nebi için ateşe Rabb’imiz sesleniyor; “Ey ateş, İbrahim için serin ve selamet ol”.Nisa 86: “Size bir selam verildiği zaman daha güzeliyle veya muadiliyle karşılık verin”.
    Bakara 208: “Ey iman edenler, topluca ‘silm’e girin”
    Yunus 25: “Allah ‘darusselam’a çağırır” (selam yurduna).
    “selamun aleyke” > selam senin üzerine olsun“
    selamun aleykum” > selam sizin üzerinize olsun
    Bunu dediğimizde: “Benden sana zarar gelmez, Canın, malın, iffetin, onurun tıpkı o yüksek kayada durduğu gibi benim başımın üstündedir. Elimden, dilimden, belimden emin olabilirsin” demektir.
    Karşılıklı selamlaşma bir anlaşmadır. Yan yanayken “birbirimize zarar vermeyeceğiz” diye sözleşmedir. Ama biz selamı sadece bir ritüel olarak yapıyoruz. Birbirimize selam verdikten sonra birbirimizi öldürebiliyoruz bile; çünkü kelimenin anlamıyla bir ilgimiz yok. İslam öncesi arap kültüründe selam var, eğer karşılaşan 2 kervan birbirine selam vermezse kılıç çekiyorlar.
    “Selam, Mümin, Müheymin”.
  7. “el Mümin” > “emine”; karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki iç avlu. Eskiden arap evleri bitiştirilerek bir duvar oluşturuluyor ve kapılarını ortak boşluğa, avluya açıyorlar. Sadece o evlerde yaşayanlar görebiliyor o iç avluyu, oraya da o kapıdan giriyorlar. Böylece bu iç avlu güvenli hale geliyor, dış saldırılara karşı mahremi var. Oraya girmek ve oraya mal bırakmak “emine” kelimesiyle ifade ediliyor: “amena, emniyet”, güvenlik altına almak demektir. Tüm müminlerin kalbi birbirine iç avlu gibidir Kur’an’a göre. Kim müminse, güveniyorsa –ki inanç diye çeviriyorlar, hiçbir ilgisi yok; “mümin” güvenen demektir- “el Mümin” (Güvenilir) olan Allah o güvenli bahçede, bizle beraber kullarını bekliyor, selamet yurduna çağırdı ya o iç avluya… Bütün müminler birbirine kalpten iç avlu gibi güvenilirdir, olmalıdır. Burada “emanet” kelimesi de devreye girer.
    “Sizin gerçek dostunuz Allah’tır, resulüdür; rüku eder şekilde boyun bükerek salatlarını tam yerine getiren ve temizliğine çabalayan, zekatını veren müminlerdir”. O iç avluda Allah, resulü ve müminlerden başkası giremez. “Sırf mümin oldukları için onlardan intikam alıyorlardı”.
    “el Mümin” olan Allah, o iç avluda bizimle, bize bizden daha yakın, eli müminlerin eli üzerinde… Öyle ayetler de var.
    O iç avluya bir şeyler getirilir. İman tamam da, o getirilen şey ne? Salih amel, düzeltici, doğru ameller. “İman eden ve salih amel işleyenler” diye çok geçer. Güvenli bahçeye giriyorsun ve elin boş gelmiyorsun. Yoksa ölümden hemen sonra “geri gönder, ahrette geri gönder salih amel işleyelim” diye çok ayet var.
    Neml 89: “Onlar güven içindedirler” müminler için.
    Fetih 10: “Allah’ın eli onların elinin üzerindedir”.
    Enfal 19: “Allah müminlerle beraberdir”.
    Maide 55: “Sizin gerçek dostunuz Allah’tır, resulüdür, rüku eder şekilde namazını tam kılan ve zekatını veren müminlerdir”.
    Bakara 277: “Onlara korku ve hüzün yoktur”.
    Bizim sorunumuz ne? Biz inanıyoruz ama güvenmiyoruz. Allah’tan başka çareler, çözümler, nefsimizin, “uzmanların” çözümlerine başvuruyoruz.
  8. “el Müheymin” > Kur’an-ı Kerim’de 2 defa geçiyor bu kelime. Haşr 23 ve Maide 48.
    Haşr 23’te Allah kendisi için “el Müheymin” diyor, Maide 48’de Kur’an-ı Kerim için Müheymin diyor. Orada geçtiği için oradaki akışa, konu mantığına bakarak ne olduğunu anlıyoruz.“heym” çardak demek, özel bir çardak.“heymin” belirli bir inanç ve itikat sahibi yapmak.“hafiz”den farkı ne? Allah’ın “el Hafiz” ismi var. “hafiz” çanta demek. Burada bahsedilen çok daha soyut bir şey. Maide 48’de görüyoruz; Kur’an-ı Kerim kendisinden önceki kitapları tasdik ediyor ve koruyor. Kitabın içini, kitabın hakikatini koruyor. Bize böylece güven veriyor, itikat veriyor. “Bu sözden sonra hangi söze güvenecekler?”. Önceki kitapların da doğrularını taşıyor tasdik ilişkisiyle ve kontrol etmiş oluyor koruyarak. -Osman Polat burada Müheymin olan Kur'an'ın korumasını ifade ederken gelenekten kalma "Tevrat ve İncil'in haşa yanlışlarını düzeltici" anlamını veriyor bu kavrama. Sayfamız bu anlayışın muhalifidir. Kur'an'ın Müheymin oluşu Tevrat ve İncil'de var olup Allah'ın son ümmetini de sorumlu tutacağı hükümleri Kur'an'a misliyle veya hayırlısıyla nesh şeklinde yerleştirerek Kur'an yasasına Tevrat/İncil yasasını koruyuculuğu görevini vermesidir. Müheymin budur-
    “selam” > yüksek, korunaklı kaya
    “mümin” > güvenli, iç bahçe
    “müheymin” > çardak ile bunları toplayıp koruyan, gözeten
  9. “el Cebbar” > Türkçede kullanıyoruz; “cebir”
    “cebren ve hile ile aziz vatanın…”
    “mecbur” kalmak
    “cebr”; kırık kemiği düzeltmek için konan tahta, atel. Onu zorlayarak tutturmak için… Zorlayan, zorla düzelten… Sadece Allah için. Kur’an’da “cebbar” ifadesi bu kalıpta toplam 10 kez geçer. Sadece birinde “el Cebbar” olarak: “Zorlayan, dilediğini zorla yapan, engel tanımayan, zorla düzelten” anlamında esmadır.
    “Onlar yeryüzünde fitne ateşi yakıyorlar, Ben söndürüyorum” diyor. Müminleri iyiye, doğruya, güzele doğru zorluyor. Sınavlarla olgunlaştırıyor. 9’unda insan için kullanılıyor. 3 yerde Yahya nebi, İsa nebi ve Muhammed nebi için geçiyor.
    Meryem 14: “Zorba, isyankar biri değildi o”
    Meryem 32: “Beni zorba ve eşkıya kılmadı Rabb’im”
    Kaf 45: “Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Sen Ben’im vaadimden korkanları bu Kur’an ile uyar”
    Diğerleri de cebbar, zorba diye firavun modelli insanlar için kullanılıyor.
    “Cibril”; Allah’ın hükümlerini her şartta mutlaka sapasağlam getiren ve Allah’ın hükümlerini her yerde uygulayan… Şöyle konuşur:
    “Bu hükme bağlanmış bir emirdir, benle tartışmayın”
    Yapacak o, düzeltecek o.
    Necm 5-6, Tekvir 19-21 Cibril’i anlatır.
  10. “el Mütekebbir” “el Kebir” ismi de vardır Allah’ın. Şuna benzer; “Kerim, Ekrem”
    “el Kebir” büyük
    “kebir” denince Araplar; yaşlı, büyük adam diye kullanır.
    Orijinal kullanım Kasas 23; Şuayb’ın kızları Musa nebiye diyor ki: “Bizim babamız ‘şeyh-un kebir’.” (büyük kimse)“şeyh”; kurumaya başlayan bitki
    “şeyh-un kebir” > “yaşlı, kurumaya yüz tutmuş bitki gibi babamız”
    “Mütekebbir”; büyüklüğünde sınırı olmayan, sınır tanımayan, büyüklenenlere büyüklüğünü hatırlatan, büyüklüğe tek layık olan…Siz “mütekebbir” tavırlarla, kibirli tavırlarla hareket ederseniz, kibriyanın, kebir oluşun, “mütekebbir” oluşun tek sahibi olan Allah, o ismini hatırlatıyor, hem de çok fena hatırlatıyor. Allah kibirlenenleri sevmiyor, cezalarını da hızla veriyor, tıpkı ilk kibirlenenlerden iblis gibi…“İblis kibirlendi ve kâfirlerden oldu” buyuruyor. Kur’an’da insanın büyüklenmesi, kibirlenmesi için kullanıyor aynı kalıpta; Mümin 27 ve 35’te geçer. “el mütekebbirin” diye Nahl 29, Zumer 60, 72, Mümin 76’da geçer.
    “kebir” kökünden tüm kalıplarla 161 yerde geçer. Kullanım örnekleri: En’am 35 (büyük gelmek)
    Kök anlamı: Nisa 6, Hud 11
    Allah’ı yüceltmek için kullanımlar: Bakara 186, Hac 37
    Bir şeyi gözünde büyütmek anlamında Yusuf 31; perde kalkıp kadınlar Yusuf’u görünce akılları gidiyor.“dua” > Arapçada “gel gel” anlamı taşır. Çağrıda bulunmak.”
    davet, dava” da buradan gelir.
    “dua” yardıma çağırmaktır.
    Mümin 60: “Bana dua edin, size cevap vereyim”
    Her dua kabul olur mu diye tartışmalar var, oysa burada “cevap” dedi. Kabul de diyecek başka yerde ama. Allah her duaya karşılık verir; bir insanın Rabb’ine el açıp istemesi, yardıma çağırması dilekçedir. Allah bütün o dilekçeleri cevaplar ama nasıl? Olumlu mu, olumsuz mu onu bilemezsiniz. Her dua kabul olsaydı; İbrahim nebi: “Rabb’imiz duamı kabul buyur” dedi. Allah her duaya cevap verir ama her duayı kabul diye bir şey yok.
    Her dilediğini sadece Allah yerine getirir, “İnsana bu dünyada her istediği var mı?”. Sen bazen hayrı-şerri karıştırıp ne istediğini bilmiyorsun.
    “nida” > “nedve” kökü; insanların toplandığı yer demektir. Toplantıya çağırmak için yüksek sesle seslenmeye “nida” denir, seslenene de “nadi” denir. Çağırma fiilinin mastarıdır “nida”.
    Zekeriya nebi böyle bir nidada bulunuyor; Enbiya 89:“Zekeriya’yı da zikret/an. Hani o Rabb’ine: ‘Rabb’im, beni bir başıma bırakma, Sen varislerin en hayırlısısın’ diye nida etmişti”.
    Meryem 4: “Zekeriya demişti ki: ‘Rabb’im, doğrusu kemiklerim zayıflayıp gevşedi ve saçlarım beyazladı, alevlendi ve ben Sana dua etmekte karşı çıkmadım hiç”.Nida hem duadır, hem halini paylaşmaktır, dertleşmeye “nida” diyor Kur’an-ı Kerim. Ama “dua” istemektir. Nidada konuşma var. “Yakup nebi: ‘ben hüznümü Rabb’ime arz ederim sadece’.
    ”Demek ki dua ve nida arasında fark var, kelime farklılığı var. Duada istemek, dilemek var; nidada dertleşmek de var.
    “cevap” > “cevbe” ormanlık içinde yol veren açıklık. Geçiş yeri demek, soruya isteğe cevap vermek, tıkanıklığı açmak, soruları doğrularla buluşturmak, yol açmak, karışıklıklardan kurtarmak… Araplar bugün “kanal açmak” anlamında kullanır.
    Maide 109: “Allah resulleri toplayacağı gün şöyle soracak onlara: ‘Size ne cevap verildi?”
    “Dua edin Bana, cevap vereyim size”
    “kabul” > İbrahim 40’ta İbrahim nebi: “Rabb’im duamı kabul buyur” diyor. Allah’ın her duayı kabul etme zorunluluğu mu var haşa? İbrahim nebi zaten duaya Allah’ın cevap vereceğini biliyor. Allah’ın duayı kabul etmesine örnek Al-i İmran 37:
    “Bunun üzerine Rabb’i onu güzel bir kabulle, karşılıkla kabul etti”.
  11. “el Refi” > Mümin 15’te geçiyor. “rafî’u-dderacâti zû-l’arşi” (O, dereceleri yükseltendir, arşın sahibidir)
    “el Refi” > “raf” kelimesini kullanırız, evlerde raflar vardır, mutfak rafı… üzerine bir şey konulduğu demektir. Mastar olarak da yükseltmek anlamı taşır.
    “derece” > Aramca’da yürüme yolu, patika, adımlamak, basamak, adım şeklinde…Allah basamakları yükseltendir. Çünkü O, dilediğini aziz ediyor, dilediğini zelil ediyor. Bu tercihini yaparken de insanların çabalarına bakıyor.
    Hiç biz teslim olanlarla günahkarlar, suçlular bir olur mu?
    Nisa 95: “Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cehd edenler, mücadele edenlerle oturanlar bir olmaz. O mücadele edenler derece bakımında onlardan üstündür, öndedir” buyuruyor.
  12. “el Metin” > Zariyat 58: “Kesinlikle Allah’tır o Rezzak olan, zû-lkuvveti-lmetîn; kuvvet ve metin sahibidir”
    “matnu” > Akadça’da kas, omurganın 2 yanı…“Sonsuz sağlam, sonsuz dirençli” Sağlam daha iyi oturuyor. Kas yapısı vücudu sağlam tutar.“matnu” kas demek. “Metin” sonsuz sağlam…”Sağlamlığında sınırı olmayan”. Güçlü, sağlam olduğu için hiçbir şey etkilemiyor Rabb’imizi. “el Metin”dir O. Zaten yanında gelişinden görüyoruz. “kuvvetilmetin”
    “el Kavi” ismi de var ama tek geçmez.
    “Metin” isim olarak sadece 1 yerde geçer ama “O’nun tuzağının, düzeninin sağlamlığını” ifade etmek adına 2 yerde daha geçer > Araf 183, Kalem 45
  13. “el Rezzak” > Zariyat 58… İlginç bir isimdir bu.“rezaka”; sarımsı parmak üzüm demek. Parmak üzüm küçük olur. Neden seçmiş bu kelimeyi Rabb’imiz? Hud 6: “Yeryüzünde hiçbir hareket eden, debelenen canlı yoktur ki ‘rızkı’ Allah’a ait olmasın. Hepsinin rızkı Allah’a aittir”.
    Bu küçük üzüm, Rabb’imiz belli bir ölçüye göre rızkı indirmiş, böyle bir ölçülülükten bahsediyor bize. Bunu doğrulayan ayet var mı?
    Şura 27: “Eğer Allah kulları için ‘rızkı’ geniş tutup yeryüzüne yaysaydı yeryüzünde azgınlaşırlardı. Ancak O, rızkı bir ölçüye göre indirmiştir”. Böylece sarımtırak küçük üzün belli bir ölçüye göre nimetlenmeyi ifade ediyor. Bu ölçü sapıtmamak için, kendimizi üstün görmemek için –ki biz bu halde bile sapıtabiliyorken- yaysa ne yapacağız?
    İnsanlığın rızkı ölçülüyse, insanın rızkı da ölçülüdür.
    “Ahirete göre dünya hayatı az bir tadımlıktır, az bir tatmadır, nimetlenmedir”.Bir salkım üzüm tüm yeryüzüne bırakılmış, herkes onu kapmaya çalışıyor. Ama herkese de bir ölçüye göre vermiş. O üzümün bazen 3 tanesi birine, 5 tanesi birine, bir taneyi 5 kişi bölüyor. Buna Kur’an-ı Kerim “nasip” diyor, “nispet” oran; bu dünyada herkesin bir nasibi olduğunu ve herkesin o nasibi araması gerektiğini emrediyor.
    Kasas 77: “Sana verdiklerimizden ahiret yurdunu ara, ama dünyadan da nasibini unutma”.
    Cuma 10: “Salatı tamamladığınızda yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından arayın”.
    Tevbe 38: “Ahirete göre dünya hayatı az bir nimetlenmedir, az bir tadımlıktır”.
  14. “el Fettah” > Sebe 26: “De ki, Rabb’imiz/yetiştiricimiz hepimizi bir araya getirecek, sonra hak ile aramızı açacaktır ve O Fettah’tır, Alim’dir”. Fetih vs. yan anlam, asıl anlam buradaki…“feth”; kapı açacağı, kapıyı açmak. Kapıyı açmak için kapının üzerindeki kol, aparattır. Buradan türevle “fethetmek”; kalelerin kapılarını açarak bir şehre girmek anlamında kullanılmaya başlıyor. Fetih, Fatiha sure isimleri de buradan gelir.
    Fetih 1: “İnnâ fetahna leke fethan mubinâ” (Biz sana ‘açık’ bir ‘fetih’…)
    Kapı açmak, imkan açmak, sıkıntıları açmak… “el Fettah” ismini zikrederek böyle dua edebiliriz. İlla akla cenk gelmesin. Sebe 26’da “aralarını açmak”tan bahseder. Ne hayatları, ne ölümleri, ne ahretleri, doğrularla yanlışları bir olmaz ki, açacak arayı açacak. Önce herkesi ailesinden ayırıyor; “Herkesin kendine yeten bir uğraşı var, telaşı var”. Sonra da müminleri ayırıyor, gerçeği örtenleri ayırıyor. Türkçede de türevlerini kullanıyoruz; “aramız açıldı, içim açıldı” gibi…Daraldığımızda, bunaldığımızda “ey Fettah” denebilir. “ey Açan, kapıları Açan”. Sıkıştık maddi olarak; “ey kapıları Açan, ey yeni imkanlar Açan”
  15. “el Kâfi” > Erzurum’da cağ kebapçıları vardır, sen dur diyene kadar durmazlar, ha bire getirirler. “kafi” demek lazım, yeterli diye. Misafirlikte sürekli çay getirirler, kafi demeden durmazlar. Yetmek, yeterlilik anlamı vardır burada.“el Kâfi” > Zumer 36“kefeye” kökünden Kur’an’da 33 yerde geçiyor. Zumer 36’da Allah’a isnatla geçiyor, fiil olarak kullanılıyor. En çok Nisa suresinde geçiyor,
    “kafi”; terazinin 2 tarafı vardır, “kefe” deriz ona, “denk, yeterli, eşit”
    İhlas suresinde: “Velem yekun lehu kufuven ehad” (O’na denk herhangi bir şey yok ki, karşısında –haşa- tartacağınız, değerlendireceğiniz, mukayese edeceğiniz bir varlık yok ki. Kefenin karşı tarafı yok. Her şeyi çift yarattım. Ama Ben Vahid’im, Ehad’ım)Nisa 79: “Allah şahit olarak yeter”.
    Nisa 45: “Allah veli olarak yeter”.
    Nisa 70: “Allah her şeyi bilen olarak yeter”.
    Nisa 81: “Allah vekil olarak yeter”.
    Nisa 45: “Allah yardım eden olarak yeter”.
  16. “el Nur” > Nur 35: “Allah göklerin ve yerin ışığıdır/nurudur”.
    “nur” > “nâr” kökünden; ateş, ışık. Aydınlık deniyor ama ışık doğrusu çünkü ışık aydınlatır, aydınlık ışıtmaz. Allah niye böyle kullandı?
    Çünkü başımızda büyük bir sıkıntı var: Nur-u Muhammedi diye bir şey… taaa avestalara kadar gider, Hindistan’a kadar gitmemiz lazım. Kim soktuysa bu ümmetin başına bunu tasavvuf adı altında… Konu ne? Uydurulmuş bir rivayetten yola çıkarak bu avesta kültürünü yüklemişler: “Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur” haşa! Bunu Muhammed Mustafa güya söylüyor. Böylece her şeyi güya onun nurundan yarattı Rabb’imiz. Bunla ilgili acayip bir kültür var. “Adem nebi günah işledikten sonra Cennet’in kapısına baktı, orada ‘la ilahe illAllah, Muhammed resulullah’ yazıyor, ellerini açtı dedi: ‘Rabb’im şu isminin yanına layık gördüğün kimse –tanımıyorum ben onu- onun yüzü suyu hürmetine beni affet’ dedi”. Salla gitsin. Eee: “Euzubillahimineşşeytanirracim” nolcak? Farz bunu söylemek… şeytan da Allah’ın isminin yanında geçiyor ve farz bunu söylemek. Dürttüğünde Allah’a sığınmamız lazım.
    Bakara 257: “Allah müminlerin velisidir, onları zulumattan nura çıkarır”. Kur’an-ı Kerim’de “nur” kelimesiyle “zulumat” yan yana geldi mi, “zulumat” çoğul, “nur” kelimesinin karşılığı olarak “karanlıklar” diye geçer. “zaleve” karanlık demek kök olarak.
    Rabb’imiz buyuruyor ki: “Nur Ben’de, Sırat-ı Mustakim tek, ama karanlık yollar, yanlış yollar çok.”En’am 153: “İşte Ben’im dosdoğru yolum budur, sakın başka ‘yollara’ uymayın” > çoğul kullandı (dosdoğru yol, başka yollar). Doğru tektir, yanlış çoktur. Hak tektir, o da Rab’den gelendir. Işığın kaynağı tektir, karanlığın çeşit çeşittir. İnsanı nefsi aldatabilir, başka insanlar aldatabilir, vesvese aldatabilir ve yönleri çok çeşitlidir, oysa doğru tektir.
    Kasas 86: “Bu kitabın sana verileceğini ummuyordun”.
    Ahkaf 9: “De ki; ben resullerden bir icat değilim. İlk de değilim, yenilik de çıkaran biri değilim, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum, ben sadece bana vahyolunana uyarım ve ben sadece açık bir uyarıcıyım”.
    Hadid 9: “Sizi karanlıklardan ışığa çıkarmak için kuluna açık ayetler indiren O’dur. Kesinlikle Allah sizin için Rauf’tur, Rahim’dir”.Siz kim? Geleneksel anlayışa göre müminler. Ama Allah bütün insanlığa Rauf, Rahim’dir.
  17. “el Mucib” > Hud 61; Salih nebi semud halkına şöyle sesleniyor: “Kesinlikle benim Rabb’im Karib’dir, Mucib’dir”.
    Sadece 1 yerde çoğul kipiyle “Biz” olarak da kullanılır Rabb’imizin ifadesi olarak:
    Saffat 75: “Nuh bize nida etmişti, ona ne güzel, ne hoş ‘cevap’ vermiştik”.
    “cevbe”; ormanlık içinde geçmeye izin veren açık yer… Sık ağaçlıklı bir ormanda geçilebilecek bir yola “cevbe” denir. Geçiş yeri, çıkış yolu.“cevbetmek” kanal açmak demek.
    Maddi-manevi duaları, istekleri Rabb’imizin tıkandığımız noktalarda bize yol açmasına, kanal açmasına istekte bulunmak… “suale cevap vermek” budur.
    “se’ele”; istemek, sormak. Kelimenin kökü; kolay yürünebilir yol, düz alan.
    Sıkıştığımızda Rabb’imize dua ederken: “Ya Rabb’i, işlerimizde bir çıkış yolu lütfeder misin, Mucib olarak” edilebilir.
    Enfal 29: “Kim iman eder ve sakınırsa ona bir ‘furkan’ veririz” (fark ediş, ayırdığına varış)
    Kur’an’ın bir ismi de Furkan’dır, bir de kişiye özel Furkan/fark ediş vardır.
  18. “el Mute’al” > Ra’d 9. Başına bir başka isim alıyor: “el Kebiru-l Mute’al”
    “A’la, Ali, Âlâ, Mute’al”
    “mute’al” > Yüksek olan, yüce olan diyoruz ama Arapçada “ala” kelimesi çok kullanılır “alel arz” (arzın üzerinde)
    “Mute’al” > “Transandantal” demek; “aşkın”.
    Her şeyden müstağni, hiçbir şeye ihtiyacı yok, bütün yüceliklerden yüce, tanımsız ötelerde, zatı olarak. Her şeyin üzerinde demektir. Yarattığı hiçbir şeye benzemeyen, her yarattığının üzerinde olan.
  19. “Ehad” > İhlas 1
    “Ehad” aynı surenin son ayetinde de geçer ama aynı anlamda kullanılmaz. Allah’ın esması olarak kullanıldığında “Sınır, had tanımayan, sınırsız tek” demektir. Son ayetteki “ehad” da: “hiç kimse, herhangi biri” anlamındadır.
  20. “Samed” > İhlas 2
    “Samed” > “samd, semud”; yekpare kaya, kendisinden dışarıya bir şey çıkmayan, kendisine dışarıdan bir şey girmeyen. Bölünmeyen, birleşmeyen, dağılmayan, toplanmayan.
Osman Polat'ın bu konuları anlattığı 3 videoyu izlemek için: